Egeli denizciler binlerce yıl öncesinden bereketli topraklarından esen rüzgarı sırtlanmış ve enginlere yelken açmışlar. Kimi Körler Ülkesi’nin karşısına geçip yeni bir dünya şehri kurmuş. Kimi Hvar Adası’na yerleşip Trabzon’un adaş şehri Faros’u inşa etmiş. Foça’dan yola çıkıp ta Marsilya’ya giden denizciler ise yine bir Ege kasabasından Foça’dan yelken açmış. Anadolu’nun dalmaçya tipi kayalık kıyılarında nice batık ve hazine hikayesi anlatılır iken Anadolu’daki tek sualtı arkeoloji müzesinin Bodrum’da olması enteresan değil midir?
ANKÜSAM Ankara Üniversitesi Sualtı Arkeolojik Araştırmalar Merkezi
Urla merkezden İskele – Çeşmealtı minibüsüne biniyor ve son durağa doğru gidiyorum. Yürüyerek geri döneceğim mesafeyi de hesaba katarak tepeyi aşmadan minibüsten iniyorum. Yol kenarındaki bahçe çitinin üzerinde ANKÜSAM yazıyor. Burası Ankara Üniversitesi Sualtı Arkeolojik Araştırmalar Merkezi (2006)’nin yerleşke alanına gelmişim.
ANKÜSAM’ın araştırma alanları arasında,
- 1992’den bu yana yürütülen Urla Yarımadası arkeolojik kazıları
- Limantepe (Urla) sualtı ve su üstü kazıları
- Çeşme Yarımadası’ndaki antik kent kazıları ve Menderes – Baklatepe (Menderes) antik kent kazıları sayılabilir.
Tüm bu çalışmalar, Doğu Ege kıyılarının tarih öncesi dönemlerde de çevresini etkileyen, önemli medeniyetlere ev sahipliği yaptığını ortaya çıkarmış. Kazı çalışmaları sırasında, Ege topraklarını arşınlamış Asya fillerinin fosillerine bile rastlanmış!
Bahçede ve ofis çevresinde bir şeyler soracak kimseleri göremiyor ve iskeleye doğru yürüyorum. Tatil köyü ve yazlık siteler arasından geçiyor, İskele Meydanı’na ve limana kadar geliyorum. Uzaktan bakınca, limanın bittiği yerde iskeledeği yatlara veya balıkçı sandallarına benzemeyen ahşap gemiler görülüyor. Çit kapısının önüne geldiğimde havlamaya başlayan köpeğin sesine bahçedekiler yetişiyor. Beni gören bir bey, yandaki kapıdan içeri girebileceğimi söylüyor. Bahçede kazığa çekilmiş üç tane gemi ver. Beş dakika içinde her bir gemi hakkında pek çok detay işitiyorum. Kızağa çekilmiş ahşap gemiler arasında geziniyor, birkaç fotoğraf çekiyor ve teşekkür ederek ayrılıyorum.
Meğer beni içeri davet eden bey az sonra bahsedeceğim önemli projelerin mimarı ve ilk kaptanı olmuş, arkeolog Osman Erkurt imiş.
Bu ekip, ANKÜSAM ve 360 Derece Tarih Araştırmaları Derneği’nin ortaklaşa çalışmaları ile denizcilik tarihi üzerine çalışıyormuş. Antik çağların denizcilik tekniklerini anlamak üzere çeşitli deneysel arkeolojik projelere imza atmışlar. Bugüne kadar üç ana başlıkta yürütülmüş projeleri araştırdığımda görüp geçtiğim gemilere hayranlığım katbekat artıyor.
Bir gün yolunuz Urla’ya düştüğünde bu antik gemileri görmenizi ve onlara dokunduğunuzda binlerce yıl öncesine gidebilmenizi, Akdeniz’in tuzunu hissetmenizi öneririm.
Proje- 1: Uluburun batığının birebir kopya edilmesi (Uluburun-2, 2005)
MÖ 13. yüzyılda yelken açmış olan Uluburun batığı dünyanın en eski batık gemisi olarak biliniyor. Günümüzden 3300 yıl önce, genç tunç çağında batmış Uluburun isimli gemi, devrin tapınak ve firavun mezar duvarlarındaki kabartmalardan örnek alınarak birebir ortaya çıkarılmış.
Macera dolu bu deneyin tasarımcısı, ilk sponsoru ve kaptanı ile ve Akdeniz’i aşmış söz konusu kopya gemi ile meğer Urla İskelesi’nde tanışmışım!
Uluburun batığı, 1982’de Kaş Uluburun açıklarında bir sünger avcısı tarafında farkedilmiş. Bu batığı diğerlerinden ayıran ve ilgi çeken nokta ise, avcının denizin dibindeki geminin üzerinde gördüğü yükü “kulaklı bisküviler” olarak tabir etmesi olmuş. Meğer, bu benzetme ile çağa adını vermiş tunç külçelerini anlatmaya çalışmış ve Amerikalı arkeologların bu haberi alması gecikmemiş!
Batık geminin ana yükü, bakır ve çağa da adını veren tonlarca kalay (tunç ana maddesi) imiş. Dev amforalarla yüklü gemiden Mısır’ın güçlü Kraliçesi Nefertiti’nin mührü de dahil olmak üzere Akdeniz’in farklı medeniyetlere ait 20 bin parça su yüzüne çıkarılmış.
Su altı araştırmaları için Texas A&M Üniversitesi Sualtı Arkeolojisi Enstitüsü ve ANKÜSAM araştırmacıları ortak çalışmış. On yılı aşkın sürede yirmi binden fazla dalış yapmış ve batık buluntularını incelemişler, batık gemiyi koruma amacı ile su yüzüne çıkarmışlar. Uluburun batığının keşfi, National Geographic sıralamasında 20. yüzyılın en önemli keşifleri arasında sayılmış.
Uluburun-2 ile çıkılan deneysel arkeoloji seferleri
Batıktan çıkarılan eserler, Ekim 2005’de Almanya Bochum’da “Uluburun Gemisi ve 3000 Yıllık Dünya Ticareti” ve 2008’de New York Metropolitan Müzesi’nde “Babil’in Ötesi: M.Ö. 2’nci Binyılda Sanat, Ticaret ve Diplomasi” isimli sergiler ile yurt dışında tanıtılmış.
Aslına uygun inşa edilen ikinci kopya (Uluburun-3) ise sualtı ve dalış turizmine destek vermek amacı ile Kaş’da Hidayet Koy mevkiine batırılmış. Projenin gelecek adımları, Kaş’da Tunç Çağı mimarisinde bir liman kasabası inşa edilmesi ve açık hava arkeoloji parkı kurulması olarak sayılıyor.
Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi’nde sergilenen orijinal geminin seyir defterinde şöyle yazdığı söyleniyor:
“Şimdi yörenin en güney uzantısı olan Uluburun’u dönmemiz gerekiyor. Ansızın çok sert bir rüzgar güneyden esmeye başladı. Gemide büyük bir telaş. Dümencim gemimizi önümüzdeki dik kayalardan uzaklaştırmaya çalışıyor. Yelkenlerimizi toparlayamıyoruz.
Artık çok geç. Dik kayalara çaptık bile. Gemi, içindekilerle birlikte 33 kulaç derinliğe batıyor. Gelecekte bu gemi ve yükü, devlet tekelinde firavunlar, krallar ve prensler arasında “birbirlerine hediye yollama” anlayışı içinde bir ticaret yapıldığının en büyük delili olacak.”
Bir gönüllü, 2002 yılında katıldığı bu deneysel yolculuğu blogunda anlatmış. 18 metre uzunluğunda, motorsuz, sadece rüzgar gücü ile ilerleyen ve çivilerle sabitlenmiş ahşap bir yelkenli ile açık denizde aylarca sürecek deneysel bir yolculuğun maceralı yolculuğunu bu blogdan okumanızı öneririm!
Proje- 2: “Foça – Marsilya: Doğu’dan Batı’ya Tarihe Yolculuk” projesi – Kybele batığı
Bu proje ile, MÖ 6. yüzyılda Foça’dan Fransa Marsilya kıyılarına ulaşmış ve yirmi kürekçinin çektiği Kybele isimli savaş teknesi yeniden inşa edilmiş ve yüzyıllar evvel çizilmiş rotada yeniden yelken açılmış. Batığın Urla Limantepe kazılarında keşfedilmesinin ardından 2007 Nisan’da iki proje gemisinin inşasına başlanmış ve bir gemi Fransa’da kutlanmış “2009 Türkiye Yılı” etkinliklerine katılmak üzere Foça’dan yola çıkmış. Projeye ilham kaynağı olmuş ve üzerinde “Bu şehir MÖ 6. asırda Anadolu’dan gelen Phokaialı’lar tarafından kurulmuştur.” yazan plaketi de Marsilya Limanı’na bir gidip görmek gerek!
Yirmi beş kişilik mürettebatı ile Haziran 2009’da Foça’dan yelken açan Kybele, 56 gün ve 1700 deniz mili süren yolculuğu sırasında 26 limana uğramış ve nihayet Temmuz 2009 sonunda Marsilya’da eski limanda demirlemiş.
Foçalı denizciler, günümüzden 2400 yıl önce sedirden yaptıkları bir gemi ile yola çıkmış. Akdeniz’de yol almış Yunanistan, İtalya, Korsika, Fransa ve İspanya’da birçok koloni kurmuş, kültürlerini ve bilgilerini oralara taşımışlar. En büyük Foça kolonisi Marsilya’da yerleşmiş. Antik geminin en önemli özelliği oldukça hızlı yol alabilen hem yelkenli hem de kürekli bir tasarıma sahip olması imiş.
Binlerce yıl öncesinin açık deniz gemilerinin yapımında özellikle Toroslar’da ve Beydağları’nın yükseklerinde büyüyen, az budaklı ve dayanıklı yapısı ile bilinen sedir ağacı tercih edilirmiş. Çivi veya yapıştırıcı kimyasal kullanılmadan yapılmış bu gemilerde, birbirine halatlar ile bağlanmış ahşap parçalar suya girince şişer ve kenetlenirmiş.
Proje- 3: “Kiklad” batık kayıklarını canlandırma projesi
Girit Adası ve Batı Anadolu’da yapılan arkeolojik kazılarda çıkan bulgulara göre tasarlanış kayıkların birebir kopyaları 2011 senesinde de İstanbul’da Sakıp Sabancı Müzesi’nde de sergilenmiş.
Su altı arkeolojisi hakkında akademik eğitim
Tarih boyunca
- İpek Yolu’nun, Akdeniz ticaret yolunun, haçlı ordularının ve kutsal hac yolunun üzerinden geçtiği;
- paranın bulunduğu, ticaretin başladığı;
- komşularının, firavunların, kralların, hanların, beylerin göz bebeği olmuş;
- üç yanı denizlerle çevrili Anadolu için aslında hesap yapmak zor değil.
Selçuk Üniversitesi Sualtı Arkeolojisi Bölümü Kurucusu Prof. Dr. Ahmet Adil Tırpan’ın basit formülüne göre, ticaretin ve savaşların gemiler ile yapıldığı 5000 yıllık denizcilik tarihi boyunca senede beş gemi kazası olmuş olsa kıyılarımızda en az 25 bin batık yatıyor demektir!
Bu zengin hazineyi korumak ve tanıtmak üzerine çalışan sualtı arkeoloji ilminin akademik adresini araştırırken, anladığım kadarı ile Türkiye’de sualtı arkeolojisi ana bilim dalı, sadece iki üniversitede yüksek lisans/doktora seviyesinde okutuluyor: İzmir Dokuz Eylül ve Bursa Uludağ Üniversitesi. Arkeoloji eğitimi veren fakültelerde ders programında yer alıyor ve birkaç üniversite bünyesinde ise denizcilik, su ürünleri, sualtı teknolojisi gibi alanlarda meslek yüksekokulu programlarında bahsediliyor.
Konya Selçuk Üniversitesi Sualtı Arkeolojisi programının ise bu alanında özel bir yeri var. 2012 itibari ile tüm dünyada UNESCO bağlantılı akademik sualtı arkeolojisi faaliyetlerini koordine etme görevini üstlenmiş olan Üniversite, uluslararası çalışmaları ve bakanlık adına arkeolojik sualtı çalışmaları yürütülmek amacı ile Kemer’de Sualtı Arkeolojisi Araştırma ve Uygulama Merkezi kurmuş. 2014 Mayıs’da açılan merkezden en yakın zamanda müjdeli haberler alırız umarım.
Ekim 2014
Kybele’nin Foça-Marsilya seyahati ve Uluburun’un Urla’dan başladığı seyahatlarin yolcuları ağzından sehayat anılarını bu haber-belgesel’de izleyebilirsiniz: https://www.youtube.com/watch?v=6rqwPW97HiY