Toros Dağları’nı aşmayı plandığımız kamp rotamızın üçüncü gününde Kozan Köyü’ne ve Uçansu Şelaleri’ne doğru ilerleyeceğiz. Torosların etekleri genellikle çamlık ve engebeli. Akşam için uygun bir yer bulup kamp kurma niyetindeyiz.
* * *
Yeni güne Döşemealtı’nda, Ekşili Göleti çevresinde kurduğumuz kampta, kuş sesleri ile uyanıyoruz.
Sükunet ile, aheste aheste yaptığımız kahvaltının ardından bulaşıklarımızı yıkıyor ve bugünün rotası üzerinden geçiyoruz. İlk alternatifimize göre şehir merkezine iner, Düden Şelalesi’ni ve Kurşunlu Şelalesi’ni görürüz. Perge Antik Kenti’ni ziyaret ettikten sonra Serik ormanlarına doğru dönebiliriz. İkinci alternatif olarak ise, şehir merkezine dönmeden köy yollarını takip ederek Kozan Köyü’ne doğru ilerleyebiliriz.
Çadırı toplamaya başlamışken yol tarafında yükselen gürültüden anlıyoruz ki elimizi çabuk tutmalıyız. Son ses arabeskin dibine vurmuş gençler çoktan ellerindeki bira kutularını tokuşturmaya başlamışlar bile.
Serik Uçansu Şelaleleri’ne nasıl gidilir?
Aşağı ve Yukarı Uçansu Şelaleri’ne gitmek için wikiloc uygulamasında, başka bir kullanıcı tarafından kaydedilmiş bir rotayı takip ediyoruz. Bölgedeki köyler Antalya şehir merkezine yaklaşık 60 km mesafede.
Deniz seviyesine göre çok yüksekte değiliz. Ancak Kozan Köyü’ne doğru tırmanmaya başladığımızda aracımız su kaynatmaya başlıyor.
Hal böyle olunca, şose yoldan ormana saparak Uçansu-1 Şelalesi’ne çıkmaktan vazgeçiyoruz. Bir kaç km daha uzakta ama daha düzgün bir yolu olan Kozan Köyü’ne gitmeye karar veriyoruz.
Serik Kozan Köyü
Bu rota üzerinde, alçak bir binek araç kullanıyor iseniz sarsıntı kaçınılmaz görünüyor. Yolda, yıkılıp devrilmiş ve kenara çekilmiş çam ağaçları görüyoruz.
Kozan Köyü pek büyük bir köy değil. Köy yolundaki tabelayı takip ederek Pednelissos Restoran’a varıyoruz. Burada, hem karnımızı doyurmak hem de şelaleye giden yürüyüş parkuru ve ormanda kamp kurabileceğimiz yerler hakkında danışmak niyetindeyiz.
Sesimizi duyan Süleyman Hoca bizi bahçe kapısında karşılayıp içeri davet ediyor. Eşi Gonca abla hemen birer bardak soğuk su ikram ediyor ve sohbet başlıyor.
Gonca abla çay demlemiş getirirken kapıda beliren bir gezgin daha aramıza katılıyor. Konu konuyu açıyor.
Barış Antalya’da yaşıyor ve izin günlerinde, fırsat buldukça yakın çevrede doğa gezileri yapıyormuş. Birkaç gün önce Kemer tarafında imiş ve fırtınadan dolayı tekneler denize açılamamış. Süleyman abi de dün gece Kozan’da büyük bir fırtına çıktığını anlatıyor. Çatıdaki brandanın bile rüzgar ile bahçeye uçtuğunu gösteriyor.
Süleyman Hoca, yaklaşık 15 yıl önce emekli olup köyüne dönme kararı almış. Emekli öğretmen, burada eşi ile çok güzel bir bahçe kurmuş. Gönüllü bir kültür ve turizm elçisi olarak çocukluğunda keşfettiği Pednelissos Antik Kenti’nin tanınmasını istemiş. Orman içinde alternatif yürüyüş parkularının açılmasına ön ayak olmuş. Bölgenin turistik olarak tanıtılmasını ve ulaşılabilir olmasını sağlamış.
Süleyman abi bize bölgeyi anlatırken, biz de farklı ülkelerden gelmiş turist gruplarının yazdığı, resmettiği anı defterini karıştırıyoruz.
Uçansu Şelaleleri
Barış, buraya gelmeden önce köye yaklaşık 2,5 km mesafedeki Aşağı Uçansu Şelalesi’ne gittiğini söyleyince meraklanıyorum. Lafının devamında, karşılaştığı çöplükten dehşete düşüp şelalenin dillere destan havuzunda bile yüzmeden geri aracına döndüğünü anlatıyor, maalesef. Birkaç yıl önce, bu şelale etrafında turistik bir yapılanmaya izin verilmiş. Başarısız bir girişim sonrasında bilinçli bir turizmci ahşap bir tesis inşa etmiş. Yerli yabancı çok sayıda misafir ağırlamış. Yakın tarihte çıkan bir yangın neticesinde ise hem tesis hem de çevresindeki ormanlık alan yanmış. Hali ile, bu ormanlar bilinçsiz piknikçilere ve kampçılara karşı daha sıkı denetlenmeye başlanmış. Yağmur mevsimi öncesinde mangal ateşi, kamp ateşi yakmak hatta cigara tüttürmek bile yasak!
Sohbet etmek güzel de güneş devrilmeye başladı. Biz nereyi gezeceğiz, nerede kamp kuracağız?
“Ne oturuyoruz o zaman” diyor Süleyman abi. “Giyin mayolarınızı, sizi Kral Havuzu’na götüreyim!”
Orman yanıyor!
- yangın var!
Havuza vardığımızda karşı köydeki yangını daha net görebiliyoruz!
Evden yola çıktıktan kısa süre sonra farkettiğimiz dumanlar 10-15 dakika içinde alevlenmiş. Yangın göğe kadar tırmanıyor. Alevler arasında çıtırdayan dalların, yavrusunu çağıran ceylanın, kaçışan farelerin seslerini adeta kulaklarımızda duyuyoruz.
Telefonun çektiği bir noktadan Süleyman Hoca köy muhtarı ile konuşuyor. Bu esnada karşımızda yükselen yangına müdahale eden uçakları görebiliyoruz.
Aklı ermeyip de korunaksız ateş yakan olursa; gözü ile görsün, okusun diye bir dağın başında, ormanın içinde dikilmiş “ateş yakmayın” tabelasının önünde dikiliyor ve Akdeniz’e kadar uzanan ormanın bir köşesinde yükselen dumanları seyrediyoruz. İronik değil mi?
Akşam aldığımız habere göre, neyse ki yangına kısa sürede müdahale edilmiş. Yangın ancak evlere 150 metre kala söndürülmüş. Önceki gece çıkan fırtınada devrilen elektrik direklerinden kaynaklandığı ve rüzgar ile kısa zamanda büyüdüğü söylenmiş.
* * *
- Pisidya uygarlığına özgü kalkan ve mızrak motifi
Melengiç meyvesini daha önce Uludağ eteklerinde bir köyde, toplanmış kurutulmakta iken görmüş ve kahvesini içmiştim. Burada ise ağacından toplayıp yiyoruz. Kırmızı meyveler henüz olmamış, yeşillerini almak gerek!
Bugün ilk kez bir sandal ağacı görüyorum, daha doğrusu, yöresel ismi ile çilek ağacı! Bu ifade bana enteresan geliyor. Internetten araştırdığım kadarı ile aynı aileden ama farklı iki ağaç türü söz konusu.
Toroslarda gördüğümüz bu güzel ağaç Arbutus Andrachne, İngilizce de de Greek Strawberry Tree olarak anılıyor. Meyveleri daha ufak ve tatsızmış. Ege sahilinde, Urla‘da, etrafını saran çalılar arasından her yerimizi dikenler bata bata topladığımız pamuk şeker gibi çileklerin ağacı ise yine aynı aileden, Arbutus Unedo veya Kocayemiş olarak geçiyor. Aromatik yağı ve kokusu ile ismini bildiğimiz sandal ağacı ise, tropik iklimlerde yetişen ve farklı bir aileden olan Santalum Album imiş.
Daha önce Beydağları yaylalarında tanıştığım Toros Sedirini bugün göremiyorum. Bugün yine yeniden tek gördüğüm Torosların muhteşem yeşili! Ne Doğu Anadolu dağlarına ne de Doğu Karadeniz’e benziyor; gözümü alamıyorum.
- sandal ağacı veya yerel ismi ile çilek ağacı: Arbutus Andrachne
Çevrede keçi boynuzu ağaçları da var ama belli ki meyveleri toplanmış. Yerde bulduğumuz bir parçayı bölüşüp kemiriyoruz. Süleyman abi bir yandan, Barış diğer yandan 5-6 metre yükseklikteki ağaçlara dolanmış asmalardan üzüm topluyorlar. Daha önce dolanıp evin cumbasına tırmanmış asmadan üzüm toplamıştım ama bu kadarını hiç beklemiyordum!
Topladığımız bir kaç salkımı yürürken yiyoruz. Dönüş yolunda ise kucaklarımızı iri iri üzüm salkımları ile doldurmaktan geri durmayacağız!
Patika üzerinde bir kaç hayvan izi görüyoruz. Barış bir ara karşı taraftan küçük bir yaban domuzu geçtiğini görüyor. Bir süre bekliyoruz ama peşi sıra gelen giden olmuyor. Yakınlarımızda bir grup var ise bile, kokumuzu almış ve gürültümüzü duyup uzaklaşmış olmalılar.
Kral Havuzu
Doğal havuz kalker zeminin çökmesi ile oluşmuş ve Pamukkale travertenleri gibi beyaz bir görünüm kazanmış. Havuz çukuru bahar ayında itibaren eriyen kar suyu ile dolmaya başlıyor. Kurak yaz aylarında ise sular çekilmiş ve doğal havuz da debisini yitirmiş. Ziyaretçiler havuza dalarak atlıyor ama benim aklıma yatmıyor doğrusu. Taşlığın ilerisinde, insan eli ile şekillendirilmiş basamaklar görüyorum. Benim gibi tedbirliler için gayet uygun görünüyor. Tüm gün parlayan güneş ile ısınmış su yine de buz gibi! Fazla oyalanmadan suya giriyorum ve ancak bir dakika kadar titredikten sonra kendime gelebiliyorum.
Havuzun geneli 2 metre derinliğinde ve fotoğrafından da anlaşılacağı üzere ancak bir kaç kulaç genişliğinde. Nam-ı değer Kral Havuzu ismini hakediyor!
Doruktan gelip havuzu dolduran buz gibi su hemen altımızdaki Uçansu-2 Şelalesi’nin havuzuna akıyor.
Üstümüzü giyip ormanda dolaşmaya devam ediyoruz. Şaşkın şaşkın çevremizi seyrederken yaklaşık 500 metre dolaşıp Uçansu-2 Şelalesi’ne varıyoruz. Az önce yüzdüğümüz havuzdan 70 metre aşağıya dökülen su, burada geniş bir havuz daha oluşturmuş. Dev ağaçlar ve zakkum çiçekleri arasında o kadar huzurlu bir ortam ki!
Suyun soğukluğundan ve kayaları sarmış yosunlara takılmaktan endişe ediyorum. Suya giren arkadaşların vicdanları ise el vermiyor. Kurak mevsimde ancak damla damla akan şelalenin altına kadar yüzüp birikmiş çöpleri de beraberlerinde toplayıp getiriyorlar.
- Serik Uçansu Şelalesi
Her ne kadar bu blogu yazarak, şahit olduğumuz güzellikleri hatırlamak ve aktarmak istiyor olsam da, göz görürken dil bir yere kadar susabiliyor. Lafı uzatmadan açıkça diliyorum ki, bu cennet ormanlarda hiç bir zaman asfalt dökülmesin! Dilerim doğaya sığınmaya ve burada sadece huzur bulmaya niyeti olmayan kimse de buralara gelmesin, gelemesin!
Konaklama
Toroslar`da, orman içinde küçük bir köyde cins cins tavuklar, horozlar, mini mini civcivler, paçalı güvercinler, keçiler ve tabi ki kazlar ile keyifli bir ortam sunan Pednelissos Restoran’ı haritanızda işaretlemenizi öneririz!
Burada son derece neşeli bir aile ile tanışıyor, sohbet ediyor ve ormanı keşfediyoruz. Konaklamak için pansiyon odasını tercih edebilir veya bizim gibi bahçede uygun bir yerde çadır kurabilirsiniz.
- bugüne kadar kurduğumuz en konforlu kampımız, şaşkınız!
Pednelissos Antik Kenti
Restorana yaklaşık 1 km mesafedeki tabela ile başlayan tırmanış parkurunu takip ederek Bodrumkaya tepesinde kurulmuş antik kent kalıntılarına ulaşabilirsiniz. Yerleşim kalıntıları, ilk kez 1914’de İtalyan araştırmacılar tarafından ziyaret edilmiş ve akademik anlamda “olasılıkla Pednelissos” antik kenti olarak ifade edilmiş. Pednelissos Antik Kenti bir Pisidya kenti olarak biliniyor ancak henüz kapsamlı bir kazı ve belgeleme çalışması yapılmamış.
Pisidyalılar, günümüzde Isparta, Burdur ve Antalya’nın kuzey bölgesinde yayılmış. Daha önce gezdiğimiz Sagalassos ve Termessos gibi heybetli şehirler kurmuş halkın kökeninin, Anadolu’nun kadim halklarından birisi olan Luvi’lere dayandığı biliniyor.
Ulaşımı zor ve son derece korunaklı kalalerinin çevresinde boylar halinde yaşayan halk savaşır ve geçimini yağma ile sağlarmış. Bölgede, 1. yüzyıldan itibaren kentleşme izleri ve sikke basıldığı görülüyor. Roma devrinde, beş iyi imparator döneminde başlayan barış atmosferi ile sosyal, kültürel ve ticari hayat gelişmiş. Bölgede Roma kolonileri de kurulmuş ve tiyatro, tapınak, agora, yol gibi önemli imar çalışmaları yapılmış. Artan refah ile birlikte, 2. ve 3. yüzyıllarda özellikle büyük kentlerde yapılan kazılarda masraflı eğlenceler düzenleniği, gladyatör dövüşleri, boğa güreşleri yapıldığı bulunmuş.
Büyük şehirler arasında bir geçiş noktası olmuş Pednelissos Antik Kenti bölgesinde de özellikle tapınak kalıntısının ilgi çekici olduğunu anlatıyor Süleyman Hoca.
Halk, Kozan tepelerinde kurdukları bu şehri bir süre sonra terketmiş ve yaklaşık 5 km mesafedeki Haspınar (Hasgebe) bölgesine taşınmış.
Coğrafyanın bir o kadar daha doğusundan geçen Köprüçay Vadisi (Köprülü Kanyon) antik dönemin iki uygarlığı Pisidya ile Pamfilya arasında sınır oluşturuyor. Pednelissos ve Selge antik kentlerinin sınır komşusu olduğu söyleyebiliriz.
* * *
Gel gör ki, su kaynatan aracımız ile kısa da olsa rampa çıkmak istemiyor ve Gebiz’e doğru iniş yoluna sapıyoruz. Süleyman Hoca’nın tavsiye ettiği usta bir çözüm bulamaz ise bugünkü rotamızı Köprülü Kanyon yerine Antalya Oto Sanayi’ye doğru çevireceğiz.
17.09.2019
3 thoughts on “Uçansu Şelaleleri ve Kral Havuzu”