Bu hafta sonu leyleği havada görmüş arkadaşlarla buluşuyor ve yaklaşık üç saat süren bir yolculuğun ardından Tekirdağ’ın sayfiye kasabası Şarköy sahiline varıyoruz.
Şarköy, yaz mevsimi boyunca tatilci İstanbulluların hareketlendirdiği bir merkez iken sonbaharın gelmesi ile oldukça sessizleşmiş. Ana cadde ve sahil boyunca sıralanan çoğu evin penceresinde kiralık, satılık veya eşyalı kiralık ilanları görüyoruz. Sahilde, çınar ağaçları altında kalmış gölgelik bir bahçede mola veriyor, sahile vurmuş bir deniz kızı ile karşılıklı çay, kahve içiyoruz.
Şarköy’e bağlı Yeniköy’ün nüfusunu büyük oranda mübadele neticesinde Yunanistan, Bulgaristan ve Romanya’dan göçen muhacirler oluşturuyor. Yeniköy ekonomisi tarıma dayanıyor.
Öğle yemeği için Yeniköy’de, Cansın Bağcılık’ın (Cansin’s Wineyard) sofrasına davetliyiz. Misafir olduğumuz İstanbullu aile, hayata bu bölgede devam etmek üzere yola çıkarken öncelikle bölge toprağında ne yetiştirebileceğini araştırmaya başlamış. Yedi yıl gibi kısa bir sürede epey yol almış, geniş bir üzüm bağı kurmayı ve farklı türlerde üzüm yetiştirmeyi başarmışlar. Eylül ortası itibari ile bağ bozumu yapılmış ve bağdaki çoğu üzüm toplanmış. Fotoğraf çekmek için asmalar arasında dolaşıyor ve dalda kalmış son taneleri de biz topluyoruz.
Üzüm çeşitleri
Asmalar arasında gezerken bağda yetiştirilen üzüm türlerinden ve çiftçilerin yaşadığı ekonomik sıkıntılardan bahsediyoruz.
İri taneli Alponse Lavallee türü kara üzüm sofralık olarak üretiliyor. Marmara Bölgesi’nde yaygın olmak ile birlikte Ege ve İç Anadolu’da da yetiştirilen bu türün pazar değeri de hayli yüksek. Yağmurlardan sonra asmalarda baş gösteren bir hastalık nedeni ile bu sene beklenen verim sağlanamamış.
Crimson Seedless türü kara üzüm ise çekirdeksiz ve çok lezzetli. Ekim ayında olgunlaşacak meyveleri henüz yeni yeni renklenmeye başlamış.
Cansın Üzüm Bağı’ndaki üçüncü üzüm türü ise henüz birkaç yıl önce dikilen İtalyan fideleri. Henüz meyve vermemişler.
Başarılı girişimcilik hikayelerini bizimle paylaşan Cansın Bağcılık ailesine misafirperverlikleri, leziz ikramları ve keyifli sohbetleri için tekrar teşekkür ederim.
Mürefte sahil yolunda bir yanımız orman bir yanımız Marmara Denizi, karşımızda Marmara ve Avşa adalarını seyrederek ilerliyor ve Uçmakdere Köyü’ne doğru yol alıyoruz.
Uçmakdere
Ganos dağı eteklerindeki Uçmakdere Köyü bir zamanlar büyük bir Rum yerleşkesi imiş. Bugün yamaş paraşütçülüğü sporu ile popüler olan köyün tarihini Tekirdağ Yamaç Paraşütü Kulübü sayfasında şöyle anlatılıyor:
1918’de çekilmiş bir fotoğrafa göre; köyde yaklaşık 500 hane varmış ve evlerin çoğu 3 katlı ve camekanlı imiş. Köyü ziyarete gelen Rumların anlattığına göre, köyde üç tane eczane, iki kilise, üç ayazma, iki Maşatlık (Rum mezarlığı) ve iki ahşap köprü varmış. Her sokakta kandiller yanar, üçyol ağızlarında ise “Talika”ların birbirlerini görebilecekleri dev aynaların asılı imiş. Her evin altında tonlarca şarap alabilen mahzenler bulunurmuş.
Uçmakdere’den Amerika’ya çavuş üzümü ithal edildiği yönünde resmi kayıtlar vardır. 1924 yılındaki mübadele ile köydeki Rum ahali Yunanistan’a göç etmiş ve boşalan evlere Selanik’in Gevgeli-Karasinan ve Mayadağ kazalarından gelen Türkler yerleştirilmiş.
Uçmakdere Köyü meyve yüklü ağaçları ile renkli ve sakin bir köy. Köylülerle sohbet ediyor, sonbahar yapraklarının kapladığı temiz sokaklarda, ahşap evler arasında dolaşıyoruz. Köyün ortasından geçen dere bugün kurumuş, akmıyor. Köy kahvesinde verdiğimiz molanın ardından İstanbul’a dönüş yolculuğumuz başlıyor.
13.09.2014
Reblogged this on LEYLEĞİ havada gördük and commented:
O kadar guzel anlatmissin ki, ustune soylenecek soz kalmamis.. 🙂 Ellerine saglik..