İstanbul’a yakın uzun bir hafta sonu rotası planladık. Üç gün boyunca Batı Karadeniz’de 1200 km yol yapacak ve farklı duraklarda iki gece kamp kuracağız. ilk gün için çizdiğimiz güzergah üzerinde Sakarya yaylalarını gezecek ve uygun bir yaylada veya Sülüklügöl kıyısında kamp kuracağız.
Planlama aşamasında, Düzce yaylaları yönünde veya Sakarya yaylaları yönünde gitmek arasında kalmıştık. Günübirlik kamp yaparak seyahat etmek için kısa bir süremiz ve yol üstünde görecek çok nokta olunca fazla risk almak istemiyor ve hava sıcaklığını da dikkate alarak daha düşük rakımlı güney yönünü tercih ediyoruz.
Cuma sabahı saat 6’da teker döner! İzmit civarında E80 üstünde verdiğimiz bir kahvaltı molasının ardından, henüz güneş tam da tepeye gelmemişken Acelle Yaylası’na tırmanmaya başlıyoruz.
Sakarya Taraklı’ya bağlı olan yaylaya en kolay ulaşım Akyazı üzerinden sağlanıyor. Yayla yolu, Kuzuluk’u (ve yağmur bulutlarının kararttığı havada, içimizi ısıtan kaplıca tabelalarını) geçtikten sonra Boztepe Köyü çıkışından başlıyor. Köy girişine kadar devam eden şose yol belediye otobüsü durağından sonra ikiye ayrılıyor. Hanyatak yönünde, birkaç gündür ara ara devam eden yağmurun da etkisi ile çamurlaşmış toprak yolda binek araç ile devam etme riskini göze alamayarak ancak birkaç metre önümüzü görmeye müsaade eden sis içinde Beldibi’ne geri dönüyoruz. Batı Karadeniz rotamızın ilk durağına varamamış olsak bile köye vardığımızdan bu yana yükselen irtifa, artan sis ve çevremizi saran yeşilin bin bir tonu bize büyük bir huzur ve mutluluk veriyor!
Beldibi Köyü’nden Dokurcun beldesine doğru sürüyoruz. Yolda bekleyen yaşlı bir amca otostop için el kaldırınca ailesi ile birlikte alıp Tavşansuyu’na kadar götürüyoruz. Amcaya Davlumbaz Yaylası’nı soruyoruz, “soğuktur şimdi oralar, kötü havada gelmişsiniz; şu tarafta balık çiftlikleri var, oradan da alabalık yiyin” diyor. Hasat zamanı yolumuz tekrar oralara düşerse, yol ayrımındaki fındık bahçesinden bir avuç alacaklıyız!
Dokurcun’dan Davlumbaz Yaylası’na binek araçla çıkmak yaklaşık yarım saat sürüyor. Yer yer yoğunlaşan sis altında bir anda önümüzde farkettiğimiz inekler dışında bir zorluk yaşamıyoruz. Bu geceyi geçirmek için Sülüklügöl’ü tepeden seyreden bu yaylada çadır kurmayı planlıyoruz!
Yol eğiminin düzleşmesinden yaylaya vardığımızı anlıyoruz. Göz gözü görmeyen sis altında araba ile değil de yürüyerek etrafı keşfetmek için evlerin çitlerini geçtikten sonra aracı parkedip iniyoruz. Öğle saatine yaklaşırken hava sıcaklığı 5-6 derece ve henüz on adım atmışken, elimize bir fener alalım diye arkamıza baktığımızda arabayı da kaybettiğimizi farkedip kendimize gülüyoruz.
Hava şartları manzara seyretmemize izin vermeyince, evleri ve inek otlatan iki çocuğu bile zorlukla seçebildiğimiz sis altında kamp kurmak konusunda kararsız kalıyoruz.
Henüz birkaç saat önce ardımızda bıraktığımız İstanbul karmaşasından sonra bu hayal alemi bizi son derece heyecanlandırmış olmasına karşın acıkan midemiz, yanımızda yeterli erzak olmaması ve gittikçe soğuyacak hava bizi endişelendiriyor.
Davlumbaz Yaylası’nın tam ortasından geçen bir dere ve üzerinde de uzun bir göl varmış. Yoğun sis altında göremedik. Bir sonraki durağımızı keşfetmek üzere Dodurga’ya iniyoruz.
Sülüklügöl’e nasıl gidilir?
Tavşansuyu Köyü’nden geçen Sülüklügöl yolu üzerindeki alabalık çiftlikleri öğle yemeği için güzel bir alternatif olabilir. Sülüklügöl’e 9,5 km tabelasını gördüğümüz yol ayrımından sonra gördüğümüz ilk açık tesis olan Soykan Alabalık Tesisi’nde, hem hizmet hem de lezzet olarak son derece memnun kalıyoruz. Ziyafetin ardından sobanın üzerinde aheste aheste demlenmiş çayın keyfi de ayrı güzel oluyor!
Buradan Sülüklügöl’e kalan 8 km yol, yaklaşık yarım saat sürüyor. Buraya daha önce gelmemiş ancak tur firmalarının hafta sonu rotaları arasında yer aldığını duymuştuk. Aynı zamanda Sakarya-Bolu il ayrımı da olan toprak yol bizi yayla yollarından biraz daha fazla zorluyor. Nerede ise her yol ayrımında dikilmiş bilgilendirme tabelalarında trekking rotaları verilmiş ve kamp resminin üzeri çizilmiş olduğundan sadece gölü görüp köye döneriz diye düşünüyoruz.
Göle vardığımızda düzenli bir kamp alanı ile değil, şehirli bir kalabalık ve mangal dumanı ile karşılaşmayı bekliyorduk. Tabelaların sonunda vardığımız kapıda bir bilet noktası veya otopark bulunmuyor. Biz de gördüğümüz araçların peşi sıra ilerleyip park ediyoruz. Göl kenarı oldukça keyifli; insanlar kendi araçları ile hazırlıklı ve kalabalık gelmişler, nerede ise gölün çevresindeki her noktada çadır kurmuşlar. İlk gün için elimizde farklı bir konaklama alternatifi kalmayınca, biz de bu güzel manzarada konaklamak için bir köşe belirleyip kamp eşyalarımızı taşıyoruz. Birimiz çadırı kurarken diğerimiz de alışveriş için köye geri iniyor.
Hava oldukça nemli ve ateş yakmak için orman içinde kuru dal arayışımız sonuç vermiyor. Bir kaç dal ile yakabildiğimiz ateş bizi ısıtmasa bile akşam yemeği olarak hazırladığımız sandviçler yanında güzel bir çay demleyebiliyoruz. Göl kenarına oturmuş Davlumbaz Yaylası’nın tepesini saran sisin rüzgarla dansını izlerken, güneş bize yüzünü göstermeden batıp gidiyor.
Hava soğudukça birikmiş yorgunluğumuz daha da artıyor ve fazla geç kalmadan masayı toplayıp yatıyoruz.
Gece saat ikiye kadar tulumun içinde dönüp durup uyumaya çalışırken ve afallayarak her uyandığımda, doğanın cennet bir köşesinde kamp kurmuş diğer yedi grubun bilip de bizim bilmediğimiz ne olabilir diye düşünmekten kendimi alamıyorum! Kurbağa sesi duymayı beklerken, saat gece yarısını geçmişken kaçıncı kez uyandığım bir sefer, fazla dayanamıyor ve kör karanlığa doğru, birkaç metre ötemizde elektronik müzik dinlemeye başlamış gençlerden müziği kapatmalarını istiyorum. Tüm gece, memleketin sosyo kültürel durumundan dert yanan ancak ailelerin desteği ile hayatlarını idame ettiren bu gençler acaba kampçılık, yabani hayatı, doğada seyahat etmek deyince ne anlıyorlar?
Hava kararması ile mesaiye çıkan avcıların türlü türlü silah sesleri bile belli bir saatte kesilmişken gölün başka bir köşesindeki bir grup insanın gece saat iki de bağıra bağıra, Ankara’nın Bağları’nı söylemeye başlaması nasıl bir neşe kaynağıdır? Aklım, vicdanım almıyor. Nerede kaldı, doğa ile iç içe olmak, doğanın şartlarına ayak uydurmak, sessizlik ve huzur?
Birkaç saatlik sessizlik ve uykunun ardından güneş ve kuş sesleri ile uyandık ve çadırımızı topladık. Sabah çadırı toplarken, aramızda konuşuyoruz da, meğerse ikimiz de tüm gece içimizden yağmur yağması için dua etmişiz. Ama yağmadı.
Doğada olunca birkaç saat uykunun bile fiziken olmasa da zihnen ve manen yeterli gelebileceği doğrudur! Bunu Doğu Karadeniz ve Gürcistan yaylarında öğrenmiş olmam ile birlikte çadır kampı için de onaylıyorum.
Havadaki ısı değişiminden ve nemden dolayı, çadırın dışı sabaha kadar en az yağmur yemiş kadar ıslanmış. Sanırım bu gece sıcaklık, eksiler olmasa da sıfır dereceye kadar inmiş. Siz de kalabalık ve gürültücü gruplara denk gelirseniz, kuru dal ararken farkettiğimiz, gölü geçtikten az sonraki düz arazide, orman içinde de kamp kurabilirsiniz. Yıldızlı bir gökyüzü altında daha keyifli olabilir!
Sülüklügöl tektonik hareketler sonucu 300 yıl kadar önce bir heyelan ile oluşmuş. Çukurda kalan alan Hongurdak Deresi’nin suyu ile dolmuş ve derinliği 35 metreye kadar varan zemindeki ağaçların tepeleri, göldeki su seviyesi düştüğü yaz aylarında göl yüzeyinde görülebilmekte imiş. Ben ancak 10-15 kadarını sayabiliyorum. Bu ağaçların çürümeden yaşamaya devam edebilmesi doğada ender rastlanan bir durum olduğu için, göl ve çevresi 1987’de “yaban hayatı koruma alanı” statüsüne alınmış. 2011 yılında ise Orman Bakanlığı’na bağlı Tabiat Parkı’na dönüştürülerek kapı giriş ücreti alınmaya başlanmış. Bugün ise ne bir gişe, ne bir görevli görebiliyoruz.
Biz çadırı toplayıp Sülüklügöl’den ayrılıyorken, belli ki iki-üç geceliğine gelmiş ailelerde kahvaltı sofrası kurma telaşı başlamış, kimi kampçılar ateş için odun keserken kimisi de parlak güneşe gülümseyen yemyeşil göle olta sallamaktalar.
Karamurat Gölü’nü geçtikten sonra, Taşkesti’de kahvaltı molası veriyoruz. Bugün Bolu yönünde devam edeceğiz.
19.05.2017
* Fotoğraflar Samsung J5 ile çekilmiştir.
2019 Temmuz ayında, sosyal medyada gördüğüm bir paylaşımda Sülüklügöl’de tesisleşmeye gidildiği, göl çevresinde çadır kampı veya günübirlik kullanım alanı için bilet kesilmeye başlandığı yazılı idi.
Evet şu an giriş ücretli ve çadır başına günlük para alınıyor.
Kasım ayında gittiğimde de sarı sonbahar renkleri hakimdi, baharda da güzelmiş ama su seviyesi yükseldiğinden gölün içindeki kazıklar görünmemiş… İstanbul’a yakın ve güzel bir rota…
İstanbul’a yakın olması hem avantaj hem de dezavantaj olabiliyor maalesef. Tatil olmayan, sıradan bir günde gitmek en güzeli!