Anadolu’da Roma hakimiyetinin kurulduğu yıllarda, Likya birliği bağımsız bir eyalet olarak kabul edilmiş. Birlik Meclisi’nde 23 Likya kenti dahil olmuş. İçlerinde en fazla nüfusa, kaynağa sahip olan altı tanesine üçer oy hakkı tanınmış. Birlik kentlerinin seçim ile yönetildiği bu siyasi model, günümüz demokrasi rejiminin öncüsü olarak kabul ediliyor. Bu sabah, üç oy hakkına sahip kentlerden birisi olan Pınara Antik Kenti’ni ziyaret ediyoruz.
Antik çağ yazarlarının eserlerine bakıldığında Strabon (1. yüzyıl) şehri uzun uzun anlatmış. Byzantions (6. yüzyıl) ise Pınara hakkında “çok büyük bir şehir” diye bahsetmiş. Vakti ile yuvarlak tepenin üstünde ve eteğinde iki akropolis alanında yerleşilmiş. Yüzyıllar boyunca gelişmiş antik kentin tarihi hakkında farklı efsaneler anlatılıyor ama detaylı bilgi bulunmuyor. Antik dönem tarihçisi Homeros Troya Savaşı’nda çarpışmış Pınaralı bir okçudan söz ederken Strabon da kentte bu kahraman savaşçıya adanmış bir kült olduğunu anlatıyor. Kent genelinde yapılan araştırmalarda herhangi bir yazıt bulunmamış.
Likya yazıtlarında şehrin ismi “Pinale” olarak anılıyor. Benzer “pinare” kelimesi Likya dilinde yuvarlak kaya kütlesi anlamına geliyor. Günümüzde kullandığımız “minare” kelimesi de yine bu kelimeden türemiş diyebiliriz. Diğer yandan, Arapça’da benzer anlama gelen “menare” ve Farsça kelimelerinin benzerliği göz ardı edilemez. Anadolu topraklarında harmanlanmış bu kütür zenginliğine bir kez daha hayran kalıyorum. Yüzyıllar boyunca farklı kavimlerin göçlerine ve akınlarına ev sahibi olmuş, farklı dillerin konuşulduğu ve tanrılara tapınıldığı topraklar üzerinde yaşadığım için kendimi özel hissediyorum.
Pınara Antik Kenti, 19. yüzyılda İngiliz seyyah-arkeolog Charles Fellows tarafından Dünya’ya tanıtılmış. O günlerde açığa çıkarılan pek çok antik eser Eşen Çayı üzerinden Patara limanına ve bir gemi ile Birleşik Krallık’a taşınmış. Bugün Londra’da British Museum’da görülebilir.
Pınara Antik Kenti’ne ulaşım
Antik kentin önüne kadar, Minare Köyü’ne sapmadan toprak yolu takip ederek araç ile ulaşabilirsiniz. Rampanın sonunda otopark olarak ayrılmış bir alan, oturup dinlenmek için çardak, görevli kulübesi ve tuvalet bulunuyor.
Tüm şehri gezip görme niyetinde iseniz bu yönden yürümek (tırmanmak) daha kolay ama iniş zor olacaktır.
Sadece tiyatroyu görmek veya tepenin ardına doğru araç ile devam etmek isterseniz, kentin ana kapısına varmadan sağa sapmalısınız. Toprak yol tiyatronun önündeki açıklıktan geçiyor. Aynı yol Karaağaç Yaylası’na (970 m) ve Karaağaç Köyü’ne doğru devam ediyor.
Pınara Antik Kenti yapıları
Günümüze ulaşmış kalıntıları Aşağı Akropolis sahasında görüyoruz.
Likya medeniyetinde kullanılmış farklı kaya oyma mezar tiplerine ev sahipliği yapıyor olması ile ilgi çekiyor. Kilometrelerce öteden görülebilen ve kayaya oyulmuş mezar odaları “güvercin yuvası tipi mezarlar” olarak biliniyor. Ana Tanrıça’nın bağrında açılmış bu mezar odaları aynı zamanda sonsuzluğu sembolize ediyor ve 2500 yıldır kent ziyaretçilerini karşılıyor.
Kral – Prens Mezarı
Kente tırmanış patikası üzerinde farkettiğimiz ilk sıra dışı ev tipli bir Kral Mezarı oluyor. Üzerindeki kabartmalar ile hemen dikkatimizi çekiyor. Alınlığındaki sahneyi ve ahşap evleri andıran oymaların uçlarına işlenmiş suretleri anlamaya çalışıyoruz. Medusa olarak yorumluyorum.
Kral Mezarı’nın içine ve yan duvarlarındaki kabartmalara bakıyor ve rehber kitabımızda* bahsedilen detayları görmeye çalışıyoruz.
“Sağ ve sol yan duvarlarında surları olan dört şehrin betimlendiği görülür. Bu şehirler genel olarak birbirinin benzeri ve kapıları olan surlu savunma yapılarını, kuleleri evleri ve mezarlar içermektedir. Bunların üçünde insan figürleri de görülür. Bu insanlardan birisi kapıda gözcü olarak beklerken diğerleri ise barışçıl roller de betimlenmiştir.”
Farklı kaynaklarda, bu bahsedilen dört şehrin antik Ksanthos Vadisi (bugünkü Eşen Vadisi) üzerinde kurulmuş kentler olabileceği veya sadece Pınara’yı anlattığı öne sürülüyor. Her iki durumda da kabarmaların savaş ve kahramanlıkları değil, barışçıl bir dönemi yansıttığı görülür. Mezar odasının içi de diğerlerinden farklı olarak tek bir kişiye göre tasarlanmış görünüyor. Tüm bu izler, mezarın bir Prense ait olduğu varsayımını doğurmuş olmak ile birlikte kimliğini saptayacak bir yazıt bulunamamış. Tırmanış patikasının devamında yine doğuya bakan bir grup kaya mezarı daha yer alıyor.
Boynuzlu Kaya Mezarı
Kitabımızda, doğu yamacını ters yönde (tiyatroya doğru) takip ettiğimizde yine ev tipi ancak farklı bir çatıya sahip bir mezar daha bulacağımız yazıyor. Patikanın sonunda “Boğa başlı mezar” olarak gösterilmiş oka bakarak “Tapınak” ve “Odeon” arasında arıyoruz. Patikayı ters yönde (doğuya doğru) tekrar geziyoruz ancak bu mezarı bulamıyoruz.
Daha sonra incelediğim haritalara ve okuduğum tariflere göre, muhtemelen Odeon hizasında ancak aşağı akropolün hemen dışında yer alıyor. Maalesef ağaçlar arasından seçip göremedik.
Çatısında gotik bir kemer ve üzerinde bir çift boynuz olan bu mezar modeline ender olarak rastlanıyor. Pınara’nın önemli sembollerinden olan bu mezarı bulamıyoruz. İlerleyen günlerde ise, Tyberissos Antik Kenti yakınlarındaki benzer bir mezar, hiç beklemediğimiz bir anda karşımıza çıkıyor.
Mezar alınlığına veya kapak üzerine işlenmiş boynuz kabartmalarının kötülüklere karşı koruyucu bir anlam taşıdığı anlatılıyor. Günümüzde, tarlalarda veya sınır çitleri üzerinde korkuluk, hayvan kafataslarının da benzer bir anlam taşıdığı yorumlanıyor.
Doğu yamaçta, sur duvarlarının altında kalan Roma dönemi hamam kalıntılarına ulaşabilirsiniz. Hamamın yakınlara akan ve kente su sağlamış kaynağın yağışlı mevsimlerde halen kullanılabileceğinden bahsedilmiş.
Aşağı Akropol
Ev tipi kaya mezarlarını gördükten sonra dar patikada yürümeye devam ediyoruz. Kayalara oyulmuş basamakları tırmanıyor ve Aşağı Akropolün dik yamacını desteklemek için inşa edilmiş sur duvarının üzerine çıkıyoruz. Sur Kapısı tırmanışın son noktası oluyor. Terasın üzerinde Odeon (veya küçük bir tiyatro olarak yorumlanabilir), agora ve tapınak kalıntılarını görüyoruz.
Odeon duvarlarına tırmanıyor ve seyir terasında gezinen keçileri kovalıyorum. Güneyde kalan tiyatroyu, uzaklarda yükselen Akdağ (antik Kragos Dağı) zirvelerini seyrediyorum.
Tapınak kalıntısı olabilecek kalp biçimli sütunlar ilgimizi çekiyor.
Antik kent depremler neticesinde epey hasar almış ve 9. yüzyılda terkedilmiş. Kentte yüzey araştırması ve basit bir parkur işaretlemesi yapılmış. Bugüne kadar bilimsel bir kazı çalışması yapılmamış. Hal böyle olunca, baktığınız her köşede yeni bir detay görmeniz, antik zamanları hayal etmeniz ve kalıntıları farklı şekillerde yorumlamanız mümkün!
İşaretli patikayı takip ediyor ve terasın sonuna bağlanmış toprak yolu takip ederek tiyatroya gidiyoruz. Yol ayrımından yukarıya doğru tırmanmaya devam edebilir, Yukarı Akropol eteklerine sıralanmış kaya mezarlarını da yakından görebilirsiniz. Mezarları süsleyen ve farklı hikayeler anlatan kabartmaları daha kolay görebilmek isterseniz, arazi yürüyüşünün daha rahat olacağı bahar aylarını ve yatak ışık vuran saatleri tercih etmenizi öneririm.
Antik Tiyatro
Tiyatro MÖ 2. yüzyıla tarihlenmiş ve Helenistik teknik ile inşa edilmiş. Doğal bir yamaca dayandırılmış. Kaba bir hesaplama ile 3200 seyirci ağarlayabileceği düşünülüyor. Tiyatro sıralarında oturabilir, yuvarlak tepe ve akropol manzarasını seyderebilirsiniz.
Pınara kentinde gezerken zaman çabuk geçiyor ve karnımız acıkıyor. Öğle yemeği ve kamp alışverişi için yol üzerinde mola vereceğiz. Öğleden sonra Dodurgalar Köyü’ne gitmeyi ve Sidyma Antik Kenti’ni görmeyi planlıyoruz. Bu gece, Likya yolu parkuru üzerinde kamp kuracağız.
* George E. Bean, Eski Çağ’da Lykia Bölgesi, Arion Yayınevi, 2021
22.10.2021