Fransız devriminin generali Napoléon Bonaparte (devlet adamlığı sırasında 1. Napolyon)’ın da dediği gibi bir savaş yapıp kazanmak için gerekli üç şey para, para ve para imiş. Maalesef her çağda türlü savaşları başlatmış ve hala devam ettiriyor.
Osmanlı Devleti’nin Avrupa devletlerine borçlandığı yıllarda, iki İngiliz müteşebbisin girişimi olan Osmanlı Bankası (Ottoman Bank), 1856 yılında İngiliz Kraliçe Victoria’nın fermanıyla kurulmuş ve Batı’nın Osmanlı’ya karşı savaşının önemli bir adımı olarak tarihte ve İstanbul sokaklarında yer edinmiş.
Ekonomi ve banka demişken dönemin 3 büyük Avrupa başkentinde ekonomi tarihinin hikayesi için ekoomist Ali Perşembe’nin sunduğu bu videonun izlenmesini önerebilirim.
Haliç’in İstanbul yakasından seyredilen meşhur Galata siluetinde, ön cephesinde dönemin neo klasik mimarisini (batı), Haliç’e bakan arka cephesinde geleneksel Osmanlı mimari (neo-oryantalist) motiflerini sergileyen geniş bir bina tüm heybeti ile dikkatleri üzerine çeker. Binanın farklı tasarımı, dönem siyasetinde Osmanlı’nın Doğu ve Batı devletler arasındaki hassas konumunu da sergileyen sanatsal bir yaklaşım olarak yorumlanabilir.
Voyvoda Caddesi’nde (Bankalar Caddesi) yer alan ve 1999 yılına kadar Osmanlı Bankası’nın genel merkezi olarak kullanılmış bina, Levanten bir İstanbullu ailenin İstanbul aşığı oğlu mimar Alexandre Vallaury tarafından 1890 yılında tasarlanmış. Günümüzde Osmanlı Bankası Müzesi olarak her gün saat saat 10:00 – 18:00 arasında ziyaret edilebiliyor. Güncel bilgileri müzenin internet sayfasında bulabilirsiniz.
Ünlü mimar ve dönemi ile ilgili olarak önerebileceğim “Kaplumbağa Terbiyecisi – Osman Hamdi Bey’in Romanı” isimli kitabında yazar, Sultan 2. Abdülhamit dönemini, Osman Hamdi Bey gibi Türk arkeolojisi, müzeciliği, resim sanatında önemli bir insanı ve dönemin diğer entelektüel isimlerini sade bir dille anlatır.
Bu kitap, İstanbul rotalarına keşfe çıkmadan önce gerek Osmanlı’nın dağılma döneminde bir çırpınış olarak inşa edilmiş Dolmabahçe Sarayı‘nı gerekse İstanbul sokaklarında yıkıma halen direnen Osmanlı Bankası gibi binaları merak etmek için iyi bir başlangıç olabilir.
Müze kapısını araladığınızda sizi karşılayan mermer basamaklar geniş bir avluya açılır ve buradaki kemerin üstündeki eski yazı tabelada “Allah çalışıp kazananı sever” yazar.
Özel bir statü (yabancı bir ticari banka) ile 1856 yılında kurulmuş banka Osmanlı Devleti’nin finansman ihtiyacını artan oranda karşılamaya başlar (Sultan Abdülmecid ve Islahat fermanı dönemi). Kısa sürede sermayesini iki katına çıkaran banka 1863’de devlet bankası statüsü kazanır.
Devrin kağıt paralarından (kaime) farklı olarak Osmanlı Bankası’nın ihraç ettiği banknotlar bankaya ibraz edildikleri anda altına çevrilebiliyor. Dolayısıyla banka ihraç ettiği banknotların üçte birine eşit altın rezervini her an kasasında bulundurmakla mükellef oluyor. Diğer yandan, bu banknotların takibi banka açısından büyük önem taşımakta. Özellikle banknotlar tedavülden çekilip iptal edildiklerinde ve sonunda da yakılarak imha edildiklerinde, bunların kaydının sıkıca tutulması gerekmekte. Bu amaçla banka, her bir banknotun kaydedildiği ve akıbetinin not edildiği emisyon defterleri tuttuğu gibi, ek bir güvence olarak iptal ve imha edilen banknotların bir köşesini kesip tutma yöntemi uzun süre benimsenmiş.
Osmanlı Bankası bu uygulamayı üç tip banknotuyla sınırlı tutmuş veya en azından sadece üç tip banknotun kesilmiş köşeleri günümüze ulaşabilmiş: 1863 tarihli 200 kuruşluk banknot, 1863 ve 1882 tarihli 5 liralık banknot ve 1875 tarihli 1 liralık banknot.
Bankanın ilk 200 kuruşluk banknotunun tasarımına 1863’te başlanmış ve beş ay sonra birkaç gün içinde piyasaya çıkarılmış. Mütevazi (30 bin lira) ilk ihraçtan bir yıl sonra İzmir’de 66 bin lira karşılığı yeni bir ihraç yapılmış. Bu banknotların imha edildikleri tarihlere bakılırsa, uygulamanın 1883 ile 1909 arasındaki yıllara rastladığı anlaşılmakta (müzeyi gezerken çok daha fazla detayı görerek öğrenebilirsiniz).
O tarihten itibaren sermayesi ve idaresiyle yabancı, vazifesi ve sıfatıyla Osmanlı olan banka, devletin belli başlı kurumları arasındaki yerini uzun süre koruyabilmiştir. Ancak kimliğindeki bu garip ikilik 2. Meşrutiyet ile birlikte ve özellikle milliyetçiliğin gelişmesiyle ciddi bir soruna dönüşmüş, 1. Dünya Savaşıyla birlikte ise bankanın Osmanlı devletiyle ilişkileri neredeyse kopma noktasına gelir.
1924 ve 1925 anlaşmaları ile Banka ve genç Ankara hükümeti arasındaOsmanlı Bankası’nın yeni rejimde de faaliyetlerine devam eder. 1931’de Merkez Bankasının kurulur ve Osmanlı Bankası devlet bankası sıfatını terk edip ilk kuruluşundaki özel yabancı banka statüsüne dönmek zorunda kalır. 2001 yılında ana hissedarı Garanti Bankası bünyesine katılarak ömrünü tamamlar.
Londra’da dönemin en ünlü kasa imalatçısına sipariş edilen kasa dairesi dönemin gazete haberlerine konu olmuş. Bina hizmete girdikten birkaç gün sonra da bankanın birkaç yüz metre ilerisindeki Saint-Pierre Han’daki 13 ton ağırlığındaki 1,5 milyon lira değerindeki altın rezervi bu kasaya taşınmış. Bugün, aralanmış “London” mühürlü kasa kapısından daireye geçiyor ve sergilenen para tomarları, kayıt defterleri arasında dolaşıyoruz.
Binanın alt katında dönemsel açılan sergiler ve bir alt katında kasa dairesi yer alıyor.
Bu hafta sonu İstanbul Gezginleri ekibi ile “Modern Zamanlar“ sergisini geziyoruz.
Giriş katında Müze idare kurulu ve üst katlarda da Osmanlı Bankası arşivleri ve araştırma merkezi bulunuyor. Binanın geniş ve simetrik merdivenlerini bir kaç kat tırmanmanızı, oval pencerelerden Süleymaniye tepesi manzarasını gün batımında seyretmenizi öneririm.
Teras katındaki restoranın menüsünü bilmiyorum ama manzarası görülmeli!
18.11.2012
2 thoughts on “Osmanlı Bankası Müzesi”