Yakın bir arkadaşımın düğün merasimine katılmak üzere 30 Ağustos sabahı Lviv’e gidiyorum.
İstanbul – Lviv arası uçuş süresi yaklaşık iki saat sürüyor. Uzayıp giden pasaport sırasının neticesinde pasaportumun sayfalarına tek tek bakan görevli ilk kez mi geldiğim ve nerede kalacağım gibi bir kaç soru sorduktan sonra beni ülkeye kabul ediyor. Ukrayna, Türk vatandaşlarından vize istemiyor.
Havalimanından ayrılmadan önceki son salonda döviz gişesi görüyorum. Şehir içindeki döviz gişelerinde kur farkı uygulanmıyor ancak havalimanında küçük bir oran var. Şehir merkezine ulaşımım için yetecek kadar dolar bozduruyorum.
Lviv şehir merkezine ulaşım:
Gökyüzü bulutlu ve oldukça karanlık görünüyor. Akşama bir düğüne gideceğim ve burada fazla oyalanmadan otele varmak istiyorum. Taksi durağında, bana bir kart veriyor ve taksiye binmek için öncelikle bu numaradan rezervasyon yapmam gerektiğini anlatıyorlar. Anlam veremiyor bina içindeki danışma masasına soruyorum. Rastgele bir taksiye binmek ister isem durakta boş taksi gelmesini bekleyebilir veya bu numaraya telefon ederek rezervasyon yaptırabilirmişim. Havalimanı çıkışındaki okları takip ederek tramvay durağına mı gitsem taksi mi beklesem diye düşünürken kapıdan içeri gelen yaşlı bir bey “taksi” diye içeri sesleniyor. Hemen yanına gidiyorum. Grivna mı dolar mı diye soruyor. “Grivna” diyorum ve “100” diyor. 9 gün olarak planladığım Ukrayna seyahatime korsan taksi ile başlıyorum!
Şehre doğru gider iken yağmur hızlanıyor ve trafik gittikçe artıyor. Muhtemelen 15 dakika sürecek olan yol yaklaşık yarım saat sürüyor. Otelin önüne geldiğimizde şoför valizimi uzatırken ben de ona dalgınlıkla 4 adet banknot uzatıyorum. Gülümsüyor ve itiraz etmeden kabul ediyor. İlk günden 100 Grivna zarardayım! Henüz rota hazırlık aşamasında havalimanından otele geldiğim mesafe için yaklaşık 80 Grivna diye not almıştım.
İlk kez yanımda topuklu ayakkabı da taşıdığım bu seyahatimin ilk akşamında hızlıca hazırlanıyor ve otel resepsiyonundan çağırdığım taksi ile davetiyede yazılır restorana gidiyorum.
Şehir merkezindeki otelimden Castle Hill tepesindeki restorana gitmek için taksiye 50 Grivna ödüyorum (9).
Lviv’deki ilk günümde arkadaşımı eğlenceli bir Ukrayna düğünü ile baş göz ediyor ve dilek balonlarımı gökyüzüne bırakıyorum.
Lviv yürüyüş rotası – 1. gün:
Sekiz yüzyıllık bir tarihe sahip Lviv şehrinde genel bir keşif yapmak için Lonely Planet sayfasında tavsiye edilmiş bir rotayı takip ediyorum. Svobody Caddesi’ni ve Taras Shevchenko Heykeli’ni görüyorum. Taras Shevchenko (1814-61), hümanist ve eleştirel çizgisi ile halk arasında çok sevilen önemli bir şair ve ressam imiş. Bir köle olarak dünyaya gelmiş ve hayatının bir bölümünü sürgünde geçirmiş sanatçı, en çok da köleliğin kaldırılması için mücadele etmiş. Mücadelesi ve ünü ülke sınırlarını aşmış sanatçı adına Kanada’da da bir müze bulunuyor.
Caddenin sonunda Shevchenkivskyy Parkı’na varıyorum (3). Bu park içindeki Opera Binası görülmeye değer. Bu sahnede bir göster izlemek, Lviv’i ziyaret eden çoğu turistin tercih ettiği popüler öneriler arasında!
Opera Binası’nın karşı köşesinde sokakta kurulmuş el işi pazarını geziyorum. Günün ilk saatlerinde tezgahlar henüz yeni açılıyor.
Benedict Manastırı’nı (5) ziyaret ediyorum. Kilise’nin önündeki Chornomorska Sokağı oldukça sessiz! Soğuk savaş döneminde, 1956’da Macaristan’a giden Sovyet tankları bu sokaktan geçmiş ve sokaktaki pek çok ev bu tanklarının gürültüsü ile yıkılmış. Yerlerinde bugün sessiz çocuk parkları var.
Karşımda yükselen TV kulesine doğru tırmanmaya başlıyorum. Tepedeki kaleye kadar devam eden parkın girişinde bir mezarlık ve 14 aziz için adanmış heykeller var. İnsanlar, bu heykellerin önünde eğilip dua ediyorlar.
Şehrin en yüksek noktasına tırmanmak için sonbahar renklerin bürünmüş ağaçların arasından yürüyor ve yaklaşık 200 basamak tırmanıyorum. Betonarme bir kale içinde iki yüzden fazla basamak daha tırmandıktan sonra bayrak direğine ulaşıyor ve 360 derece şehir manzarasını seyredebiliyorum. Castle Hill olarak bilinen bu tepeden oldukça geniş bir bölgeyi seyredebilir ve pek çok şehir binasını fotoğraflayabilirsiniz.
Şehre geri dönerken kırmızı çatılı itfaiye binasının önünden geçiyorum.
Zamanında şehir surlarının bir bölümü olan Gun Powder Kilisesi’nde (10) bir vaftiz töreni var. Sadece ailenin davetli olduğu töreni ben de diğer turistler gibi kilisenin avlusundan seyrediyorum. Kilise kulesine çıkmaya izin verilmiyor. Kilisenin önünde her gün kurulan ikinci el kitap pazarını dolaşıyorum. Eski kitaplar, plaklar, madalyonlar ve soğuk savaş yadigarları arasında zaman çabuk geçiyor.
Rynok Meydanı:
Tarihi şehir meydanı oldukça turistik. Rynok Meydanı’nda farklı konseptlerde tasarlanmış pek çok kahve ve çikolata dükkanı veya restoran bulabilirsiniz (16). Öğle yemeği için Rynok Meydanı’na bir pizzacıda sipariş veriyorum. 25 cm sebzeli bir pizza için 30 Uah ödüyorum. Faturaya eklenen 1 Uah ile Lviv Turizm Birliği’nin gönüllü bir bağışçısı olabiliyorsunuz. Bu gönüllü fona katılmak istemez iseniz garsona söylemeniz yeterli!
Lviv düz bir arazi üzerinde yerleştiği için panoramik şehir fotoğrafı çekebilecek pek fazla alternatif sunmuyor. Lviv Belediye Binası bu iki ay boyunca (Eylül ve Ekim) tadilatta olduğu için kulesine çıkmaya izin verilmiyor. Bu tarz konularda pek şanslı değilimdir!
Rynok Meydanı 1998’den bu yana Unesco Dünya Mirası listesinde yer alıyor. Lviv, kentsel dokusu ve mimarisi ile Doğu ve Batı Avrupa geleneklerini buluşturan bir şehir ve bu şehrin güzel mimarisini başta burada bir arada yaşamış farklı etnik ve dini gruplar arasındaki rekabete borçluyuz.
12. yüzyılda Kapadokyalı zenginler tarafından ahşap olarak inşa ettirilmiş Ermeni Katedrali (20) bugün 14. yüzyılda yenilenmiş taş mimarisi ile ziyaret edilebilr. Günümüzde ibadete olan kilisenin pencerelerindeki taş işçiliği kendini ele veriyor ve bana Anadolu’da gördüğüm nice yapıyı hatırlatıyor! Kilise avlusundaki rehberin konuştuğu dili bilmiyorum ama “İstanbul”dan bahsettiğini anlıyorum.
Bernardin Kilisesi’nin (14) önünden geçerken bir düğün çıkışına denk geliyorum. Güzeller güzeli gelin hanım, merdivenlerin başında duruyor ve bir sepet dolusu şekeri coşkulu kalabalığa doğru havaya saçıyor. Neşeli kalabalığı fotoğraflarken ben de çok keyif alıyorum!
Lviv’de fotoğraf ekipmanı alışverişi:
Şehirde Pazar sabahı sakin başlıyor. Sokaklarda sadece turistler ve onlara farklı dillerde rehberlik yaparak şehri gezdirmek isteyen gençler ve turistler var. Bir süre Latin Kilisesi’ndeki (18) Pazar ayinini izliyor ve sonra Rynok Meydanı’nındaki sükûnetini fotoğraflıyorum.
Kameramın objektifine takılı polarize filtreyi bir anlık dikkatsizlikle yere düşürüyorum ve kırılıyor. Belediye Binası’ndaki Turist Danışma Merkezi’nden öğrendiğime göre, şehir merkezinde fotoğraf ekipmanları ile ilgili tek bir adres var. Öğle saatine doğru, dükkanlar açılmaya başladığında, soluğu Mickiewicz Meydanı’nın karşısında kalan (Svobody Caddesi’nin başlangıcı) eczanenin yanında yeşil kapılı küçücük dükkânda alıyorum. Buradan tek bir seçenek var ve üzerinde 810 uah (yaklaşık 100 usd) yazıyor (Tamron marka 72 mm polarize filtre). Daha bir hafta daha bu ülkede dolaşacağım ve parçalı bulutlu havalarda bu filtreye ihtiyacım olacak. Planladığım bütçe kalemlerini hızlıca değerlendiriyor ve acil durum bütçemi gözden çıkararak ve bu filtreyi satın almaya karar veriyorum. Ukrayna’da kaldığım süre boyunca gözlediğim kadarı ile oteller dışında kredi kartı kullanımı hiç yaygın değil (2013). Yanımda yeterli nakit para olmadığı için döviz bozdurmak üzere çıkıyorum.
Aklımda deli sorular ve bütçe hesabı ile yürürken önümden geçen rahibelerin peşine takılıyorum. Parkın içinden geçerken, Ukraynaca slogan atan ve en önde elinde bir çocuk portresi taşıyan bir çocuğun peşine takılmış din adamlarına anlam veremiyorum. Parkın içerken gördüğüm bir çifte sorduğumda çat pat anlaşıyoruz. Çocuk tacizini protesto eden grup parkın köşesini dönerken ben de peşlerinde, Lviv sokaklarında kayboluyorum.
Potocki Sarayı
Lviv Potocki Sarayı:
Kopernyka Caddesi üzerinde yer alan Potocki Sarayı, 1880’de Avusturya Cumhurbaşkanı’nın konutu olarak inşa edilmiş. Bugün, bir bölümü Lviv Sanat Galerisi olarak hizmet vermekte.
Tarih boyunca ülke başkanları arası ziyaretler, hediye alışverişleri, politik ilişkiler bana hep enteresan gelmiştir. Sarayın şık salonlarında Rönesans ve Barok dönemlerden tablolar görebilirsiniz. Kabul Salonu’nda ve üst katlarda Venedik San Marco Meydanı’nı tasvir eden tablolar sergilenmekte. Sarayın arka bahçesinde ise bir çay bahçesi var ve Lviv civarındaki yedi şatonun minyatürleri sergileniyor. Sonradan öğrendiğim kadarı ile Lviv çevresindeki (şehrin doğusunda ve ortalama 80 km mesafede) dört kale turizme açık ve buralara günübirlik rehberli turlar düzenleniyor. Rota hazırlık aşamasında ulaşım ve konaklama alternatifleri de ayrıca araştırılabilir.
Lviv Geleneksel ve Kırsal Yaşam Müzesi:
Şehir merkezinin doğusunda, orman içinde inşa edilmiş bu müzede geleneksel kırsal yaşam şartlarını sergilemek üzere inşa edilmiş 124 yapıyı gezebilirsiniz. Bu müzeye 7 numaralı tramvay ile gidiyorum. İstanbul’daki nostaljik tramvaylara benzer, tek vagonlu bu tramvayda şoför kabini kapalı ve bilet ücretini içeri açılan ufak bir pencerende bırakıyorsunuz. Şoför de biletinizi ve para üstünü yine aynı pencereden geri veriyor ve bileti ikinci kez kullanmanızı engellemek için içerideki sarı makinaya damgalatmanızı söylüyor. Müzeye ulaşım için 1,5 Grivna ödüyorum. Birkaç durak sonra iniyor ve yolun karşı tarafında müzeyi gösteren okları takip ederek yokuş yukarı yürüyorum. Bu sokakta tarihi şehir merkezinden farklı olarak birkaç katlı, pimapenli ve beyaz badanalı apartmanlar var.
Tabelada, müzeye giriş ücreti 15 Uah ve fotoğraf çekecek iseniz artı 10 Uah, video çekecek iseniz artı 30 Uah olarak açıklanmış. Fotoğraf makinamı henüz çantasından çıkarmamış olduğum için 15 Uah bilet ücreti ödeyerek içeri giriyorum ve bilet gişesinden sonra tekrar bilet kontrolüne rastlamıyorum.
Bu müze esasen orman içine inşa edilmiş nostaljik bir Ukrayna köyü! Girişte gördüğüm hediyelik eşya stantlarını geçtikten sonra yolu takip ederek ilerliyorum ve Ukraynaca yaazan tabelalara bakarak kaybolmadan köyü geziyorum. Müze kapsamında yer alan bazı Kilise yapılarında düğün organizasyonu veya farklı yapılarda çeşitli etkinliklerin düzenlenmiş olduğunu görüyorum. Etkinlik süresince bu yapılar turistlere kapatılmış oluyor.
Yavaş yavaş hızlanan yağmurdan kaçarken bir süre gezdiğim köy evlerinin birisinin verandasına sığınıp toprak kokusunu içime çekiyorum. Karadeniz’in kuzeyi de güneyi gibi güzel kokuyor!
Ivan Franko Ulusal Üniversitesi:
Pazartesi, Lviv’deki son günüm. Otelden ayrılıyor ve dün rotamda olmayan batı yönünde yürümeye başlıyorum. Ivan Franko Parkı’nda büyük bir kalabalık var, marşlar ve konuşma sesleri geliyor. Bugün, rektörlük binası parkın karşısında olan Ivan Franko Ulusal Üniversitesi’nin yeni dönem için açılış günü imiş. Bu üniversite 1661’de Polonya Kralı tarafından kurulmuş ve geçen zamanda Ukrayna’da kesintisiz eğitim veren en eski üniversite unvanını kazanmış. Tarihi rektörlük binasına girip çıkan kalabalığa karışıyor ve üst kata çıkıyorum. Elimdeki fotoğraf makinasını gören bir öğrenci bana bir şeyler anlatmak istiyor ve koridordaki tüm odalara girip çıkıyor. Başka bir odadan gelen beyin yüz ifadesinden anlıyorum ki, bina terasına sadece gazetecilerin ve bugün görevli olan çalışanların çıkmasına izin veriliyor!
Bugün okulun ilk gününe gelen öğrenciler de Pazar günü kiliseye giden gençler gibi yöresel işlemeli beyaz gömlekler ve elbiseler giymişler.
Lviv Aziz George Katedrali:
Lviv’de eski şehir merkezine ilaveten, Aziz Yura Meydanı ve Aziz George Katedrali de Unesco koruma listesinde yer alıyor. 18. yüzyılda Barok Rokoko mimariye göre yeniden inşa edilmiş Katolik kilisesinin tarihi 13. yüzyıla dayanıyor.
Sabah duası için gelmiş Lvivliler arasına karışıyor ve kiliseyi ziyaret ediyorum.
Rynok Meydanı’na geliyorum. Belediye Binası’na varmadan bir kafede mola veriyor ve bir fincan kahvenin yanında lezzetli bir dilim pasta yiyorum. 61 Uah.
Sokağın sonunda gördüğüm Transfiguration Kilisesi’ni ziyaret ediyorum. Mavi gökyüzünü simgeleyen kubbe üzerine çizilmiş sahneler etkileyici!
Olur da, Lviv’de plastik kovaya veya böcek ilacına ihtiyaç duyarsanız Opera Binası’nın arkasındaki pasaja gidebilirsiniz. Sahte güneş gözlüğünden çamaşır mandalına, kahvaltılık yiyeceklerden çocuk bezine her türlü gıda ve günlük tüketim malzemesini burada bulmak mümkün. Pasajın ilerisinde, Horodotsko Caddesi’nin ara sokaklarında ise elektrikçi, nalbur ve diğer esnaf dükkanları sıralanıyor.
İkindi saatinde Shevchenkivskyy Parkı’nda Opera Binası’aa doğru yürüyorum. Bir süre, köşedeki bankta oturmuş ağrılarından dertlenen, dedikodu yapıp kahkahalar atan teyzeleri seyrediyorum. Göz göze onaylarını aldıktan sonra fotoğraflarını çekiyorum. Karşı sırada oturmuş bastonlu amcalar ise heyecanlı bir dama turnuvasına tutuşmuş!
Lviv’de gördüğüm en şık cadde Shevchenko Bulvarı! Geniş cadde üzerinde modern binalar ve şık restoranlar sıralanıyor. Bu cadde üzerinde hem ekonomik hem de pratik ev yemeği yemek isterseniz Puzatahata restoran zincirini tercih edebilirsiniz. Ukrayna’da geçirdiğim 9 günde, üç farklı şehirdeki restoranlarda farklı yemekler denedim ve memnun kaldım.
Lviv tarihi ve Tarih Müzesi:
Poltava Nehri kıyısındaki topraklar, beşinci asır ortalarından itibaren Baltıklar, Orta Avrupa, Akdeniz ve Asya devletleri için bir kavşak noktası haline gelmiş. Çok kültürlü bir tarihe sahip Lviv, 13. yüzyılda bu verimli topraklar üzerinde Galicia bölgesi Kralı, Kral Daniel tarafından kurulmuş ve yüzyıl kadar Polonyalıların hakimiyetinde kalmış.
Lviv 1412’de Roma Katolik Başpikoposluğu’nun merkezi ilan edilmiş. Şehirde yaşayan Katoliklerden (Almanlar, Lehler, İtalyanlar ve Macarlar) başka Ukraynalılar, Ermeniler ve Yahudiler özerk olarak yönetiliyormuş. Günümüzde, şehir nüfusunun çoğunluğu Ortodoks Ukraynalı olmak ile birlikte Katolik nüfus da büyük pay alıyor. Dış cepheleri birbirine benzer İbadethaneleri ziyaret ederken tabelasında sadece “church” yazıyor ise Ortodoks kilisesi, “Catolic Church” yazıyor ise Katolik kilisesi olduğunu anlayabilirsiniz.
17. yüzyılda Polonyalı Kral tarafından şehirde bir üniversite kurulması ile Lviv’in önemi daha da artmış.
Osmanlı ordularının 1672 yılında şehri kuşatmasının ardından ancak otuz yıl sonra İsveç Kralı iktidarı ele geçirmiş. 1772’de Habsburg hanedanının fethi ile şehirde Avusturya perdesi açılmış ve yeni Avusturya eyaletinin başkenti ilan edilmiş. Avusturya hakimiyeti altında, farklı kültürlere ait binalar yıkılmış ve birçok dini vakıf kapatılmış. Şehirde yeniden yapılanma başlamış ama 1848 yılındaki askeri darbede pek çok bina büyük hasar görmüş. 1. Dünya Savaşı öncesinde Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun en güçlü şehirlerinden birisi iken savaş sonunda ikinci kez Lehlerin eline geçmiş.
Şehir, 2. Dünya Savaşı sırasında sıkıştığı coğrafyanın doğası gereği yoğun tahribat görmüş. Stalin’in Nazilere karşı Sovyet tanklarını şehrin içinden yürütmesi ile şehirde SSCB yılları başlamış. Bu dönemde şehrin ismi Rusça “Lvov” olarak anılmaya başlanmış ve ancak 1991’de Ukrayna’nın bağımsızlığını ilan etmesi sonrasında Lviv olarak resmen düzeltilmiş. Polonya ile resmi kan bağı bitmiş görünse de aile bağları devam etmekte ve sokakta sohbet ettiğiniz insanların ailelerinde Polonyalı fertler olduğunu duyabilirsiniz.
Rus etkisinden ziyade Polonya ve Avusturya-Macaristan dönemini izlerinin görüldüğü Lviv, Orta Avrupa mimarisinin hüküm sürdüğü bir doğu kenti olarak zengin bir miras sunuyor.
Tarih Müzesi:
Rynok Meydanı’ndaki Tarih Müzesi‘nin giriş bileti 10 Uah. 4 katlı, ahşap ve loş binada fotoğraf çekimine izin verilmiyor ama ben birkaç kare denemeden edemiyorum.
330 bin parça ile şehirdeki en zengin koleksiyona sahip, 1893 tarihli müzede ilgimi en çok el yazması kitaplar ve Lviv surlarının dışında bir nehir olduğunu gösteren tablolar çekiyor. Poltva nehri, 1844 tarihli tablolarda bile resmedilmiş ancak bugün kurumuş. Müzeye bağlı altı farklı lokayon daha var ve her birinde farklı konularda sergiler yer alıyor. Danışmadan detaylı bilgi alabilir ve ilgi alanınıza göre vakit ayırabilirsiniz.
Lviv – Kiev tren yolculuğu:
Lviv şehir merkezinden 9A tramvayı ile ayrılıyor ve 30-40 dakika sonra tren istasyonuna ulaşıyorum. Saat 21 itibari ile hava hafif yağmurlu, karanlık ve 15 derece. Girişte hemen soldaki iki numaralı gişe İngilizce hizmet veriyor ve önümdeki iki kişiden sonra benim de online olarak satın aldığım iki bileti bastırmak toplam on dakika sürüyor. Maalesef tren biletleri tamamen Ukraynaca yazılı ve tek bir İngilizce kelime göremiyorsunuz. Gardaki tabelalarda ve sesli anonslarda İngilizce bölümler var. Saat 22:15 seferi ile Kiev‘e gideceğim.
Gardaki bekleme odasında rahat koltuklar ve ufak bir büfe bulabilirsiniz. Bu odaya giriş ücreti saat başı 5 Uah. İçeride bir de internet kafe var ve saati 15 Uah. Gişedeki genç ile çat pat İngilizce anlaşabiliyor ve internet kullanma istemediğimi, hafıza kartımdaki içeriği harici belleğime kopyalamak için bir bilgisayara ihtiyacım olduğunu anlatıyorum ve kendi bilgisayarı ile 5 Uah karşılığı bana yardımcı oluyor. Trenin hareket saatini beklerken televizyonda Muhteşem Yüzyıl dizisinin bu haftaki bölümünü Ukraynaca seslendirme ile izliyorum.
30 – 02.09.2013
3 thoughts on “3 gün, 3 gece ve bir düğün: Lviv”