Hem baharı karşılamak hem de Kemer Kaymakamlığı’nın düzenlediği foto-safari etkinliğine katılmak üzere Nisan ayı ortasında Kemer’e gidiyoruz. Fotoiz koordinatörlüğünde düzenlenen etkinlik ile rutin hayatımıza dört günlük temiz hava-bol gıda yüklemesi yapacağımız güzel bir mola veriyoruz.
Bu yaşa kadar bir kaç kez deniz tatili yapmış birisi olarak Antalya şehrine çıkan yollar beni hep şaşırtıyor. Gerek havadan gerek karadan geleyim, bu coğrafyaya her gelişimde lise coğrafya ders notlarımı hatırlamadan edemiyorum. Akdeniz’de Toros dağları denize paralel uzanır ve denizden yükselen nemli hava dağların ardına geçemeyerek dağ eteklerinden Akdeniz sahil şeridine yansır. Akdeniz bitki örtüsüne “maki” denir. Wikipedia tanımı ile “Maki bitkileri, Akdeniz ikliminin kurak koşullarına yani ortamdaki yetersiz sudan olabildiğince yararlanmaya uyarlanmış derin köklü, ufak ve sert yapılı, hatta dikenli ağaçlık ve çalılardır”.
İlk gün için programda üç farklı yürüyüş rotası var. Üç arkadaş olarak katıldığımız etkinlikte, gelecek günler için yağmur sinyalleri veren hava durumu tahminlerini dikkate alıyoruz. İlk günün güneşini ve pamuk bulutlu göğünü kaçırmamak için maceraya en yüksek irtifadan geçen Belen Yayla rotasında yürüyerek başlıyoruz.
Beydağları Milli Parkı 1972’de Milli Park ilan edilmiş ve 1988 yılında yerleşim alanlarının kapsam dışına alınmış. Antalya’nın güneybatısı Sarısu’dan başlayıp, Kemer – Kumluca sahil bandı boyunca Akdeniz’e paralel olarak Gelidonya Burnu’na kadar uzanıyor.
Tarihte Pamfilya ve Likya medeniyetlerine ev sahipliği yapmış topraklarda Olympos, Phaselis ve İdyros antik kentlerini de Milli Park sınırları içinde kalıyor!
Deniz seviyesinden 2365 rakımlı Tahtalı Dağ zirvesine kadar yükselen bölgede, zengin biyolojik çeşitliği ve doğal-jeolojik oluşumları da görülüyor (Göynük Kanyonu, Kesme Boğazı, Beldibi Kanyonu ve cadı kazanları). Bitki örtüsü deniz kıyısında kızılçamlar ile başlıyor ve yükseldikçe karaçam ve 1000 metrenin üstünde ardıç, sedir ağaçları ile zenginleşiyor. Yöreye has sedir ağaçları, az budaklı ve dayanıklı yapısı ile bilir ve binlerce yıl öncesinden Egeli kaşiflerin ve tüccarların açık deniz gemilerinde de tercih edilirmiş.
Yarım saat süren minibüs yolculuğu sonrasında karayolu bitiyor ve orman içinden patikalar aşan yürüyüşümüze başlıyoruz. Enduro sporcularının da rotalarından birisi olan güzergâhın uzunluk tayini kuş bakışı ölçümlere ve rampa mesafelerine göre 9-15 km arasında değişiklik gösterebiliyor. Tam zamanlı şehir çocukları için zorlayıcı bir parkurda, bölgeye has sedir ağaçlarının gölgesinde sık sık dinlenme molası vererek 1700 metreye kadar tırmanıyoruz. Belen Yayla’da yarım saat kadar fotoğraf ve öğle yemeği molası veriyoruz. Yöre insanı olan Yörüklerin yaz döneminde geldiği bu yaylada pek bir konaklama izi bulunmuyor. Su veya yemek ihtiyacı için kumanyanız ile yola çıkmanız gerek.
Sık sık devrilmiş ve kökleri eşelenmiş devasa ağaçları, nemli topraktaki çift tırnaklı ayak izlerini görünce bilenler açıklama getiriyor. Geçtiğimiz açıklıklar meğerse yaban domuzlarının mutfağı imiş. Patika boyunca türlü türlü mantar çeşitlerine de rastlamak mümkün. Şansımıza, kuzu göbeği mantarının kendisi yerine toplandıktan sonra geriye kalmış köklerine rastlıyoruz. Günün sonunda bizi köy girişinde karşılayan araç kaptanımız, köylülerden kuzu mantarının kilosunu 50 TL’ye satın almış. Bizim evde pek bilinen bir lezzet olmasa da annemin çocukluk anıları arasına sıkışmış hali ile çok lezzetli olurmuş ve biber gibi içini doldurarak pişirirlermiş.
Kemer Doğa Dostları Spor Kulübü’nden katılımcıların rehberliğinde yürüdüğümüz orman yolu, Alakır vadisindeki en eski yerleşim yeri olarak bilinen Altınyaka Köyü’nde sona eriyor. Ayağımızın tozu ile çıktığımız dağlardan inişte, tam da ayaklarımız iflasın eşiğinde iken köyde fazla oyalanmadan otele dönüyoruz. Asfalt gördüğüme sevindiğim ender günlerden biri olarak kayda geçebilir!
Bugün gezdiğimiz rota henüz harita üzerinde işaretlenmediği için yönlendirme okları bulunmuyor ancak haritalanmış alternatif rotalar için danışmanızı öneririm. Doğa ile iç içe yürürken, deniz-güneş tatiline alternatif olarak oldukça keyifli bir gün geçirebilirsiniz. Günün sonunda, izdüşüm olarak Kemer – Kumluca arasında yaklaşık yedi saat yürümüşüz!
Köy kahvesinde çay molası vermiş arkadaşların bahsettiği üzere, asırlık sedir ağaçları ile örtülü Alakır Vadisi’nde de Karadeniz yaylalarında sohbet ettiğimiz köylüleri isyan ettiren HES projeleri gündemde imiş.
İkinci günümüzde yağmurlu bir sabaha uyanıyoruz. Yöreyi tanıyanların deneyimi ile moralimizi bozmuyor ve öğlene doğru asfalta daha yakın bir rotada yola düşüyoruz. Yükseldikçe, hava daha da güzelleşiyor ve yağmur bulutlarının da üzerine çıkıyoruz. Kesme Boğazı geçidindeki tarihi taş köprü ilk durağımız!
Günün çoğunu Tahtalı Dağı eteklerindeki Gedelme Köyü‘nde geçiriyoruz. Dünyanın sayılı trekking parkurlarından birisi olan Likya Yolu‘nun da geçtiği köy turistik ve tarihi değerleri ile görülmesi gereken bir adres.
Çoğu betonarme evlerin bahçelerindeki kır çiçekleri arasında dolaşıyoruz. Köyde görülmesi gerekenler arasında asırlık bir çınar, 500 metre derinliğe inen bir mağara (Peynir Deliği Mağarası) ve etrafına tel örgü ile çevrilmiş bakımsız bir Bizans Kalesi (9. yüzyıl) kalıntısı bulunuyor. Maalesef hiçbirinin etrafında herhangi bir bilgi tabelası bulunmuyor!
Mağaranın içerisi ıslak ve karanlık ancak girişinden itibaren led lambalarla aydınlatma döşenmiş. Elektrik sigortasını açmak için hemen mağara ağzındaki kahvenin işletmecisini bulmak veya güçlü bir tepe lambası kullanmak gerek. Telefon ışığına güvenerek bir kaç basamak inilebilir ancak sonrasında az ışık ile kaygan zeminde ilerlemeye çalışmak pek akıllıca görünmüyor!
Biz köy meydanındaki restoranda bahçedeki ağaçlardan toplanmış taze meyvelerin suyunu içip soluklanırken cip safari ile köye gelmiş turistler de burada öğle yemeklerini yiyorlar.
Mağara ve içeriye döşenmiş elektrik teçhizatı, ancak mağaranın etrafını çevirip üzerinde bir restoran inşa etmiş köylü bir amca tarafından çalıştırılıyor. Kişi başı 10 TL istemesini kabul etmediğimiz için ışıkları yakmıyor ve ben de ancak gün ışığının eriştiği beton basamakların sonuna kadar içeri inebiliyorum. Telefonun cılız ışığında bile parıldayan kayalar kim bilir ilerledikçe ne kadar güzelleşecek diye iç çeksek de maalesef göremeden ayrılıyoruz.
Köylülerin anlattığına göre 1500 yaşındaki çınar ağacını kadraja sığdırmak pek mümkün olmuyor.
Köyden araç ile ayrılıyor ve Üçoluk Mevkiinde verdiğimiz kısa bir fotoğraf molasının ardından dağ yollarında dolana dolana sahile iniyor, otele dönüyoruz.
Akdeniz kıyısındaki üçüncü sabahımızda, karpuz kabuğu denize düştü mü düşmedi mi derken kendimizi Adrasan Koyu’nda buluyoruz. Koydan ayrılırken etkisini göstermeye başlayan rüzgâr Sazak Koyu’na yanaştığımızda iyice içimize işlemeye başlıyor. Tekneden ayaklarımı sallayarak kontrol ettiğim deniz suyu sıcaklığı uygun görünüyor ve çevredeki diğer teknelerden turistler birer ikişer derinliklere dalıyor olsa da denizden çıkınca nasıl ısınacağımı bilemiyorum. Bu seferlik, turkuaz mavisini seyretmek ve iyot kokusunu içime çekmek ile yetiniyorum. Öğle yemeği ile birlikte yaklaşık bir saatlik moladan sonra seyir alan teknemiz rüzgârdan dolayı Ceneviz Koyu’na yanaşmadan pas geçiyor.
Olimpos sahili varış noktamız. Buradan bot ile sahile çıkıyoruz. Olimpos Koyu gün doğumuna bakıyor ve güneşin yavaş yavaş dağların ardına düşünce bizi farklı bir kızıllık ile karşılıyor.
Sekiz sene önce iki yaz üst üste tatile geldiğim bu sahilde kendimi hiç yaşlanmayan eski bir dost ve güzel anılarla karşılaşmış gibi neşeli hissediyorum.
Bu güzel sahile ve Beydağları’nın zirvesine de adını vermiş Olympos Antik Kenti’nin içinden geçiyoruz. Antik kent sahası (ve hali ile sahile) girişinde bilet satışı ve kontrolü yapılıyor. Müzekart geçerli. Geçmişte sadece kara tarafından derme çatma bir kulübede bilet satışı yapılırken bugün hem sahil hem de kara tarafında turnike yerleştirişmiş. Foto-safari’nin final akşamında fazla gecikmeden otele dönmüş olmak için, antik şehrin sokaklarında kaybolmadan çıkışa kadar yürüyoruz ve bizi bekleyen araç ile Kemer’e dönüyoruz.
Tatilin son sabahına, oteli çevreleyen portakal ağaçlarının mis gibi çiçek kokuları ile uyanıyoruz. Henüz bu güzel şehri terk etmeye hazır hissetmiyoruz ve uzun uzadıya bir Pazar sabahı kahvaltısının ardından Ayışığı Koyu’nda son bir mola veriyoruz.
Koy ile Kemer Marina arasında uzanan yarımadada kurulmuş ve yerel yaşamı sergileyen Folklorik Yörük Parkı’nın idarecisi bey eşliğinde geziyoruz.
1982’de bir proje olarak doğan park, çeşitli engelleme ve zorluklara karşın Kemer’in değerli bir mevkiinde, Milli Park statüsünde devlet ormanı olan Küçükburun’da inşa edilmiş. Orman Bakanlığı’ndan kiralanmış yarımadaya gelen ziyaretçiler temalı parkta gezebiliyor, yürüyüş parkında orman içinde yürüyüşe çıkabiliyor, sahilde balık tutabiliyor veya denize girebiliyor. Hizmetlerin daha konforlu sunulabilmesi için çeşitli projeler üzerinde de çalışmalar devam ediyormuş. Kemer’in tanıtım üssü olacağı 2016 Antalya Botanik EXPO sergisinde, çeşitli ülke kültürlerinin bir arada Yörük Parkı’nda tanıtılması planlanıyor.
Günümüzde kaybolmaya yüz tutmuş Yörük geleneğini sembolize eden Yörük çadırları ve etrafa yerleştirilmiş günlük araç gerekler, ortalıkta dolaşan kümes hayvanları ve kuş cıvıltıları eşliğinde parkı geziyoruz. Bu sırada kendimi birkaç metre ötedeki marinadan, plajdan ve şehir meydanından çok daha uzaklarda hissediyorum.
Teke yarımadasının, Torosların yerlisi Yörük halkının tarihi Orta Asya Türklerine dayanıyor. Hayvancılık ile geçinen bu halkın ismi öztürkçe “yürümek” kelimesinden türemiş.
300 metrelik yürüyüş parkurundan yarımadanın ucuna kadar yürüdüğümüzde karşımızdaki sonsuz Akdeniz mavisi etkileyici! Karşımızdaki Kocaburun, 1917’de Fransız savaş gemisinin (Paris-2) vurulduğu bölge imiş. Osmanlı ordusunun yeterli cephanesi olmamasına karşın, akıl dolu planı sayesinde batırılan düşman gemisinin kalıntıları bugün 30 metre derinde imiş. Günümüzde, Kemer kıyılarından Kaş açıklarına kadar çok sayıda 1. Dünya Savaşı’ndan miras savaş gemisi batığına rastlamak mümkün.
Gel gör ki, Fransız savaş gemisi batığının yattığı bu sahilde bugün lüks bir Fransız tatil köyü kurulu. Yıllar sonra, milli park sınırları içinde kalan Kocaburun, 1971’de önce İtalyanlar tarafından kırk dokuz yıllığına kiralanmış ve sonra Fransızlara devredilmiş.
17-20 Nisan 2014
4 thoughts on “Beydağları eteklerinde: Kemer”