Masallar, ninniler, oyunlar ve oyuncaklar her çocuğun yoldaşı ve ömürden geçip giden yılların sessiz tanıkları, tarih defterlerinin yazmanları ve medeniyetin köşe taşları imiş. Bundan sebepmiş Ankaralı bir çocuk ile İran’ın kuş uçmaz kervan geçmez bir dağ köyündeki bir çocuk yıllar sonra birlikte beş taş oynayabilirmiş. Gürcistan’ın bir dağ köyünde ikindi güneşinde sallanan sandalyesine uzanmış bir ihtiyar, bahçedeki turist bir kızın boş tavlaya salladığı zar sesini duyunca yerinden kalkıp pulları dizmeye başlarmış.
Oyuncak Müzesi deyince insanın aklına ilkin bir çocuğu alıp götürmek ve onu sevindirmek geliyor ama buraya gelmek için tek ihtiyacınız olan içinizdeki çocuk! Zira, tarihi bir köşkün restore edilmesi ile düzenlenmiş müzenin kapısından jeton atarak içeri giren çoğu ebeveyn daha ikinci vitrinde kucağındaki, eteğindeki bücürü unutup kendi çocukluğunda bir yolculuğa çıkıyor!
2005 yılının Çocuk Bayramı’nda, şair ve yazar Sunay Akın tarafından açılmış müzede, 1700’lü yıllarda günümüze ulaşmış farkı coğrafyalardan ve kültürlerden çeşitli oyuncaklar, sahne tasarım sanatçısı Ayhan Doğan’ın tasarladığı vitrinlerde tatlı bir rüya gibi sergilenmekte. Sunay Akın’ın yirmi yıl süresince kırkı aşkın ülkeden, koleksiyonerlerden, antikacılardan ve açık artırmalardan toplayarak bir araya getirdiği bu oyuncaklar aynı zamanda hızlı değişen, gelişen bir dünyada neler olup bittiğini de tek tek anlatıyor. Sanayi devrimi, dünya savaşları, insanın aya ayak basması gibi global dünyayı etkileyen olayların aynı zamanda farklı milletten çocukların oyuncaklarını nasıl şekillendirdiğini görmek bizde, bugünün dünya telaşesine kapılmış çocuklarında da “büyük oyun”da taş çalmış, hınzır bir farkındalık uyandırıyor!
İçeriye girdiğimde, karşımdaki vitrinde, üşüyen ayaklarımızı ısıtmak için sandalyeyi sobaya iyice yaklaştırdığımız bir gün benim ikinci kat çoraplar ile birlikte tabanları tutuşmuş pembe panterimin bir kopyasını karşımda görmek beni bir anda otuz sene geriye götürüyor ve Oyuncak Müzesi’nin sihrine kapılıp gidiyorum!
Yaşıtım kim bilir kaç kız çocuğun en yakın arkadaşı, sırdaşı olmuş Fatoş bebekler, meğer isimlerini fikir anneleri olan Fatma hanım’dan almışlar. Fatma İnhan çocuğunun, ilk yaş gününde hediye edilen oyuncak kediden korktuğunu görünce sevimli hayvan figürleri üretmeye karar vermiş ve böylece ’70-80 kuşağı tüm çocuklarının evine, kucağına kadar ulaşmayı başarmış şanslı bir kadınmış.
Bir sonraki pencerede de, çocuk yaşlarda Fatoş bebeğimden sonra ikinci sırada gelmiş Ayı Yogi’min ise başka bir kadından miras kaldığını öğreniyorum. 1847’de Almanya’da doğmuş ve geçirdiği çocuk felci nedeni ile henüz yürümeye başlamamışken sakat kalmış Margarette Steiff hayata kararlılık ile tutunmuş.
Azmi kadar girişimci ruhu ile de hareket eden ve gelecek nesillere örnek olması gereken Steiff, terzilik okulunu bitirdikten sonra, 1890’da bir keçe ve hazır giyim atölyesi kurar. Kendi kullanmak için tasarladığı terzi patronu, çocuklar arasında fil şeklinde bir oyuncak olarak ilgi görünce bir anda atölyede üretilen ilk peluş oyuncağa dönüşüverir. Steiff markasının dünya oyuncak tarihine geçmesine ise 1902’de erkek kardeşi ile birlikte tasarlayıp ürettikleri Avrupa’daki ilk oyuncak ayı, Teddy Bear ön ayak olur.
Fotoğraflamadan geçemediğim çoğu oyuncağın Alman oyuncağı olması Almanların gün gelip de teknoloji çağında yakaladığı ivmeyi açıklayacak nitelikte. Tüm oyuncaklardaki incelikli detayları, gerçekçi bir perspektif ile küçültülmüş parçaları ve mühendislik bakış açısını özellikle dikkate almalısınız!
Amsterdam’da Rijksmuseum’da gördüğüm oyun evlerinin tanıtım kartında, büyük ailelerin evlerinin birebir kopyasının çocuk odasında da olduğu ve çocuğun bununla oynadığı anlatılıyordu. Nerede ise boyum kadar tasarlanmış maketlerde tüm incelikler düşünülmüşken ileride bu koskoca evin hanımı olacak küçük kız çocuğu daha o günlerden kendisine biçilen ev idare etme görevini bir simülasyon aracılığı ile prova etmekteymiş.
Tarihçiler 2. Dünya Savaşı’nın 1939’da Alman ordusunun Polonya’yı işgal etmesi ile başladığını yazarlar. Oysa ki Hitler, çok daha öncesinde oyuncaklar ile Alman çocukların düşlerini işgal etmiştir. Bu oyuncak askerler ile oynayan çocuklar, 2. Dünya Savaşı başlayınca onların yerine geçerler ve geriye sadece hüzün ve kırık oyuncaklar kalır!
1953’de İngiltere’de çocukların okula getirdikleri oyuncakların “kibrit kutusu” büyüklüğünde olmasına karar verilir. Sonrasında da Lesney firması, bu kurala uygun büyüklükte, ünlü “matchbox” oyuncaklarını üretmeye başlar. Esasen, kibrit kutusu içine oyuncak yapmak çok daha öncesinde, 1900’lerin başında Almanya’da ortaya çıkmıştır.
Sıcak savaş yıllarının ardından demir perde politikları baş gösterir ve sosyo-ekonomik hayat şartları hızla küreselleşmeye başlar. Amerika’da üretilen Barbie bebekler için ilham kaynağının, Almanya Hamburg’da yayınlanan magazin gazetesi Bild Zeitung’daki bir karikatür kahramanı Bild Lilli olması da bunun bir göstergesi sayılabilir. İlki 1959’da üretilen Barbie bebekler tüm dünyada, 140 ülkede bir milyardan fazla satılır.
Aya gönderilen füzeler ile oynamış, savaşlar sonrası yeni bir dünya kurmayı başarmış üretici neslin çocuklarını, renkleri ve şekilleri ile adeta değişen dünya düzeninin birer markası olan oyuncaklar ile yetişmiş genç tüketici adayları takip ediyor.
Kimi zamanın oyuncakları geleceğin teknolojisi için de prototip olabilmiş. İngiliz matematikçi William George Homer tarafından 1834’de yapılan “zeotrope” cisimlerin hareketlerini eşit ve çok kısa aralıklarla sabit fotoğraflar olarak saptayan bir optik alettir. Çocukları eğlendiren bu icat, döndürüldüğünde içine yerleştirilen resimlerin izleyene hareket ediyor görüntüsü vermesi prensibiyle gün gelir, sinema makinasının doğuşuna da ışık tutar.
Jules Verne’nin hayalleri ile büyümüş, elbet bir gün dünyanın çevresini dolaşacağına inanmış bir kuşak için, bu rotayı 72 günde tamamlamış Amerikalı kadın gazeteci elbette bir idoldür.
Nellie Bly ismi ile makalelerini imzamış Elizabeth Jane Cochran, Jules Verne’in 1873’de kaleme aldığı “80 Günde Devr-i Alem” romanının kahramanına kafa tutarak, 1889 yılının Kasım ayında Fransa’dan çıktığı 40 bin kilometrelik yolculuğunu henüz 26 yaşında iken tamamlamıştır. Macera dolu seyahati gün gün yaşatan bu oyuncağı ise İstanbul Oyuncak Müzesi’nin kafetarya katında görebilirsiniz.
Kuşak farkı aralığının hızla daraldığı günümüz teknolojisinde, her kuşaktan aile ferdini kendi çocukluğuna götürebilecek zengin bir koleksiyona sahip olan müzede tek başınıza veya ailecek vakit geçirme fırsatını kaçırmamanızı ve hakkını vererek gezmek için en azından birkaç saat ayırmanızı öneririm.
Türkiye’deki ilk örnek olan İstanbul Oyuncak Müzesi‘nin takipçilerinden Antalya Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı olan “Antalya Oyuncak Müzesi” ve Gaziantep Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı olan “Gaziantep Oyun ve Oyuncak Müzesi” ve yine İstanbul’da Ataşehir Belediyesi’ne bağlı “Oyun Müzesi” de alacaklar listesine ekleniyor!
Ocak 2016
One thought on “İstanbul Oyuncak Müzesi”