Batı Akdeniz kamp rotamızı hazırlamaya başlarken görmek istediğimiz Likya kentlerini belirledik. Idebessos Antik Kenti özellikle coğrafi konumu itibari ile benim ilgimi çekti. George E. Bean, Likya bölgesinde yaptığı seyahatlerini ve tespitlerini aktardığı “Eski Çağda Lykia Bölgesi” isimli kitabında, antik kent için şöyle diyor: Arykanda’nın doğusuna doğru, küçük, az bilinen, bütün yollardan uzak ve ulaşmak için büyük çaba gerektiren üç şehir yer almaktadır. Bunlar Idebessos, Akalissos ve Kormi’dir…Bu üç şehir arasında İdebessos ziyaretçiler için en etkileyici olandır.
Yazarın 1953’de yaptığı Arykanda – İdebessos yürüyüşü yaklaşık 18 km ve bir gün sürmüş. Türkiye’de yaptığı en zorlu yürüyüş olarak aktarmış. Beydağları eteklerinde kurulu iki kentten biri olan Arykanda, yaklaşık 800 metre rakımda kurulmuş ve Finike Ovası’nı seyrediyor. Dağın diğer tarafındaki İdebessos ise 1000 metrenin üzerinde ve orman içinde kalıyor.
Günümüzde iki kent arasında kalan ormanlık alan Sarıkaya Yaban Hayatını Geliştirme Sahası olarak ilan edilmiş. Belirli aralıklarla gözlem kameraları ve foto kapanlar yerleştirilmiş. Finike-Elmalı yolu üzerindeki Arif veya Yalnız köyü sapaklarından bu sahaya girebilir ve toprak yolu takip ederek dağ köylerine ulaşabilirsiniz. Yol zemini, kurak geçmiş yaz aylarının ardından tüm yüksek araçlar için uygun görünüyor.
Yaklaşık bir buçuk saat süren yolculuğumuz çok keyifli geçiyor. Devasa ağaçlar arasından ilerliyor ve antik kente varıyoruz.
İdebessos Antik Kenti
Antik kentte bugüne kadar bilimsel bir kazı çalışması yapılmamış. Yapılar, 19. yüzyıl sonrasında gelen yabancı arkeolog ve seyyahların kitaplarına konu olmuş. 2000’li yılların başında yüzey araştırmaları yapılmış. Internette okuduğum bir kaynakta ise geçmişte defineciler tarafından çıkarılmış bronz heykellerin bugün Antalya Müzesi’nde sergilendiği yazıyor.
Likya mimarisinde lahitler oldukça önemli yer tutuyor. Şehirlerini adeta lahit mezarlarla süslemişler. İdebessos’da ise bunu çok daha net görebiliyoruz. Öyle ki, şehrin farklı noktalarında ve tiyatro sahnesinin hemen yanında yerleştirilmiş bir kaç lahit binlerce yıla meydan okuyor. Tiyatro basamaklarının büyük bölümü toprak altında kalmış olsa da çapının fazla geniş olmadığı anlaşılıyor.
İdebessos, Likya birliğine dahil olmak ile Pisidya topraklarına da sınır kenti olmuş. Bu durumun getirisini, en güzel şekilde lahit kapaklarından gözlemleyebiliyoruz.
Likyalılar denizci bir millet olarak bilinir ve lahit kapakları da kayık formuna (semerdam) benzetilebilir. Pisidyalılar ise savaşçı bir millet oldukları için kentlerinde ve yapılarında kalkan, mızrak gibi kabartmalar kullanırlar. Lahit kapakları ise daha köşeli ve gotik formda olur. İdebessos’da tüm bu unsurların bir arada kullanıldığını görüyoruz. Kitapta, üzerinde hayvan dövüş sahnelerinin yer aldığı lahitlerden de bahsedilmiş. Biz de günümüzde halen seçilebilir durumdaki işlemelere arıyor ve sahneleri hayal etmeye çalışıyoruz.
İdebessos antik kentini tanımak isterseniz öncelikle Anadolu Arkeolojisi programını izlemenizi öneririm.
Sarıkaya ormanları ve kamp
Mevsim itibari ile günler hızla kısalıyor. Hele arazide iken fazla geç saate kalmadan uygun bir kamp yeri belirlemeli ve yerleşmeliyiz.
Rota planlama aşamasında çevrede farklı yaylalar olduğunu da görmüştüm. Rakım olarak 900 metre civarındayız ve ormanda keşif yapmak için fazla vaktimiz kalmadı. Antik kente tırmanır orman yolu boyunca Kırkpınar Yaylası‘nı gösterir bir tabelayı takip etmiştik. Ancak daha fazla yükselmek istemiyoruz. Yanımızda, bu mevsimde daha yüksek rakımlarda rahat bir şekilde konaklamamız mümkün olmaz.
Bu nedenlerle geldiğimiz yolu geri dönecek ve tırmanış sırasında gözümüze kestirdiğimiz olası yerlere tekrar bakacağız.
Geniş bir düzlüğün üstündeki terasta yerleşiyoruz. Gece için çadır kuruyor, eşyalarımızı düzenliyor ve sofra hazırlıyoruz. Akşam güneşi Kızlar Sivrisi (3080 metre) aydınlatıyor. Bizim için hava sakin görünüyor ancak belli ki yükseklerde yağış var. Bu saatlerde dorukları tamamen sis basıyor.
Çay içip sohbet ederken yoldan tırmanmakta olan bir araç geri dönüp yanımıza geliyor. Milli Parklar’da görevli ve silahlı iki bey bize kim olduğumuzu, nereden gelip nereye gittiğimizi, buraya neden geldiğimizi, kaç kişi olduğumuzu, başka kimsenin olup olmadığını ve ne zaman ayrılacağımızı soruyor. Bölgenin koruma altında olduğunu anlatıyorlar. Onların da dönüşte burada kamp kuracaklarını söylüyorlar.
Yol boyunca tabelasını gördüğümüz Kırkpınar Yaylası’nı soruyorum (2400 metre). Bu mevsimde oraya gidemezsiniz, hem yolu da kapanmıştır diyorlar. Anladığımız kadarı ile bu yaylaya sadece hayvanlarını otlatmak için çıkan çobanlar gidiyor.
* * *
Bir süre sonra koyunların çan seslerini duymaya başlıyoruz. Bir anda yanımızda biten kocaman bir kangal bizi kokluyor ve masanın karşısına geçip uzanıyor.
Çoban Ahmet abi, Karacaören Köyü’nde yaşıyormuş. Çocukları aşağıya inmiş ve seracılık yapıyormuş. O ise dağları bırakamamış. Buralar güzel diyor. Bize, “siz nereden buldunuz buraları” diye soruyor. Bu yoldan devam edip “harabe”yi de görün, diye ekliyor.
Kırkpınar’ı ve bulunduğumuz bölgeyi Ahmet abi’ye de soruyorum. Buralara tesbihlik derlermiş. Tesbih ağacı çok varmış. Antik kentte bulduğum ufacık bir meyveyi gösteriyorum. Evet bu diyor, tesbih ağacının meyvesi. Keçiler pek severmiş.
500 metre irtifada iken tabelasını gördüğüm Belen Yayla var bir de. Orayı da tarif ediyor: Bu geldiğiniz yolun diğer tarafında kalır. Oradan Elmalı, Finike diye devam eder. Benim yıllar önce Kemer’den çıktığım Belen Yayla ile aynı yer midir, emin olamıyorum.
Zirve kapalı görünüyor. Burada gece nasıl geçer, diye soruyoruz. Bulunduğumuz bölge kuytuda kalıyormuş. Dağın diğer yamacında hava bozar ama buraya fazla gelmez diyor. Kışın da kar yağar ama bir günde erirmiş.
Ahmet abi ile çiftçilik, çobanlık ve keçi yetiştirmek üzerine sohbet ediyoruz. Koruma sahası ilan edildikten sonra, bölgede avcılık tamamen yasaklanmış. Yaban domuzu sayısı çok artmış. Eskiden tarlalarda arpa, buğday ekilirmiş. Cumhuriyet buğdayı ekilirmiş, çok da bereketli ve lezzetliymiş. “Şimdi eksen domuzdan fırsat mı kalıyor ki, tüm ekini ziyan ediyor” diyor. Köylerde artık tarım yapılmıyormuş.
* * *
Domuzlar, masanın ucunda yatan koca kangalı da daha yavru iken kıstırmışlar. Bu yaşa gelmiş hala domuz sürüsü görse korkarmış. “Kendi korkar ama sürüsündeki keçileri tek tek tanır, bir tane yabancı hayvan karıştırmaz” diye anlatıyor.
Maalesef insanlara çok alışmış. Gelen yabancılar ekmek veriyor, bu da nerede bir araba görse hemen yanına gidiyor, diyor.
Sahipli köpeğe ekmek veya yiyecek verilmez. Özellikle çoban köpekleri görev ve sorumluluk sahibidir. Sahibini bilmelidir. Siz de arazide denk geleceğiniz sahipli hayvanları beslemeyin!
Ahmet abi de aile büyüklerimiz gibi bir bize bir çadırımıza bakıyor. Gece korkmayın e mi, diyor. Bizim buralarda ayı filan yoktur, kötü insan da yoktur!
Köylerde yaşayanlar daha aşağılara göçmüş. Çoğu kişi seracılık ile uğraşıyormuş. Yol boyunca geçtiğimiz köylerde de tüm düz alanlarda seracılık yapıldığını görüyoruz. İnsanlar evlerine girip çıkmak için merdiven yapmış ama düz alanlarda sera kurmuşlar.
Keçiler bu mevsimde süt vermezmiş. Geçen Şubat’da doğum yapmışlar ve halen yavrularını emziriyorlarmış. Mevsimi geçince, teke bunları “kovmuş”. Şimdi Şubat’da yeniden doğum yaparlar ve yavrularını emzirirler. Sütleri kalırsa, biz de alır peynir yaparız, diye anlatıyor. “İnek sütü yağlıdır, iyi peynir keçi sütünden olur” diyor.
Hava karardıktan sonra başlayan yağmur sakin sakin gece boyu sürüyor. Yabani hayatın özellikle korunduğu ve kamera kaydı altına alındığı bir ormanda gece farklı hayvan sesleri duyacağımızı düşünmüştüm. Halbuki bir kaç kez çifte sesi duyuyoruz.
Dönüşte gözlemlerimi Milli Parklar’da görevli bir sosyal medya arkadaşım ile paylaşıyorum. Duyduğumuz seslerin büyük ihtimal ile “av turizmi” adı altında planlı veya kaçak şekilde avcılık yapanlara ait olabileceğini söylüyor.
* * *
Ertesi sabah, çadırımız güneşte kuruyana kadar biraz kampta vakit geçiriyoruz.
Beydağları kesinlikle insanı hayran bırakan ve korunması gereken bir doğaya sahip. İlk fırsatta tekrar gelmek üzere, kampımızı topluyor ve yola düşüyoruz. Bugün Beydağları’nı arkamıza alacak ve Akdeniz’i seyredeceğiz.
27.10.2021