Eskiler “gün dönümünün on gün öncesi on gün sonrası havasına güvenilmez” der. Neyse ki geçen hafta Uludağ’a düşen mevsimin ilk karından ve önceki günler esen lodostan sonra bu Pazar, Bursa şehir merkezinde hava günlük güneşlik. İstanbul’dan Bursa’ya otobüs ile yaklaşık 3,5 saat sürüyor. Şehrin kuzeyinde kalan otogardan merkeze, 38 numaralı belediye otobüsü ile yaklaşık yarım saatte ulaşabilirsiniz.
İstanbul Gezginleri ile Bursa’da Heykel Meydanı’nda buluşuyorum.
Bursa Kent Müzesi :
İlk durağımız, meydandaki Bursa Kent Müzesi. 1926’da Adliye Binası olarak inşa edilmiş bina günümüzde keyifli bir Kent Müzesi olarak hizmet veriyor. Müzenin internet sayfasınından daha detaylı bilgi alabilirsiniz. Neoklasik Türk mimari üslubundaki üç katlı müzede gezerken, 7000 yıllık bir tarihe ev sahipliği yapmış topraklarda yaşamış kültürlere, sanatlara, mesleklere, sanatçılara ait anılara ve çeşitli sergilere misafir olacaksınız. Müzede gezerken modern dünyanın hızına yetişemeyerek kaybolmaya başlayan mesleklere ait video çekimlerini ve atölyelerin sembolik olarak tasvirini görünce İzmir köylerinde bir kare fotoğraf için, son açık kalan bir kaç nalbur dükkanını tek tek dolaşmamız, sepetçileri, keçecileri seyretmemiz aklıma geliyor. Zamane hızına karşı, bizim fotoğraflarımız da çok da uzak olmayan bir zamanda arşiv olacak demek ki!
Müzede gezerken, dünyadaki dört örneğinin* en eskisi olan Çarşılı Irgandı Köprüsü’nün maketini farkediyorum. Daha önce gördüğüm diğer iki çarşılı köprüyü; Floransa‘da Ponte Vecciho Köprüsü’nü ve Venedik‘de Rialto Köprüsü’nü hatırlatıyor. 1442’de tek gözlü kagir olarak yapılan köprünün üzerinde otuz dükkan, bir mescit ve iki depo (ahır) bulunurmuş. 1855 depreminde büyük hasar gördükten sonra Yunan işgali sırasında da darbe almış. 2004 yılında restore edilerek hizmete açılan köprüde halen Bursalı sanatçıların çeşitli atölyeleri yer alıyor.
1855 depremi Bursa’da küçük kıyamet olarak hatırlanıyor ve 7,5 olarak kaydedilmiş büyüklüğü ile şehri nerede ise yerle bir etmiş. Bugün gezdiğimiz tüm tarihi eserlerin üzerinde ilk yapım yılları yazsa da deprem sonrası harabeleri üzerinde aslına uygun olarak tekrar inşa edildiklerini ve bu nedenle bu kadar genç göründüklerini öğreniyorum.
Osmanlı’nın fethinden sonra Bursa daha da büyümüş. Özellikle Balkanlardan ve Anadolu’nun çeşitli yörelerinden göçen farklı kültürler aynı topraklarda kaynaşmış. Günümüzün ekonomik olarak en güçlü şehirlerinden birisi olan Bursa’nın sosyolojik gelişimi de çeşitli araştırmalara konu olmuştur.
İlk altı Osmanlı sultanına başkentlik yapan Bursa’nın mimarisinde camiler ve tarihi çarşılar, hanlar önemli yer tutuyor. Sıradaki adresimiz Orhan Camii ve külliyesi oluyor. Erken dönem Osmanlı mimarisinin önemli bir örneği olan Orhan Camii, İstanbul’da da örneklerine rastladığımız ters-T planında.
Külliyenin bir parçası iken yangında yok olmuş Orhan İmaretinin arsası üzerine 1880 senesinde inşa edilmiş Bursa Belediye Binası’nı özel izin ile geziyoruz ve Atatürk’ün katıldığı bir balonun anısı ile çinilerle süslü salonda hayallere dalıyoruz.
Bursa Kozahan :
Bursa’nın ünlü kebabını yedikten sonra 2. Beyazıt’ın İstanbul’daki cami ve medresesine gelir getirmesi amacı ile yaptırılmış (1491) Kozahan’da çaylarımızı içiyor ve dinleniyoruz.
Kozahan da çevredeki diğer hanlar ve Kapalıçarşı’nın sokakları gibi adını, hizmet ettiği iş alanına göre almış. İpekböcekçiliğin, ipek dokumacılığın ve gelecekteki tekstil sektörünün tohumlarının atıldığı Bursa çevresinden gelen ipekböceği yetiştiricileri ve ipek tüccarlarının yolu bu Kozahan’da kesişirmiş. Günümüzde de, üst kat çarşıda çok güzel ipek dokumalar, çeşitli el işçilikleri, eşarplar ve çeşitli el emekleri bulabilirsiniz.
Bu tarihi çarşıları, hanları ziyaret etmek isterseniz çoğunun Pazar günü kapalı olacağını unutmayın!
Bursa Ulu Camii :
Bursa’nın simgesel yapılarından olan Ulu Cami bugüne kadar gördüğüm en etkileyici ibadethanelerden bir tanesi. Gerek içindeki havuzu gerek sütunlarındaki hat yazıları ve diğer mimari özellikleri ile oldukça estetik. Bana Edirne’de ziyaret ettiğimi Eski Camii’yi (1414) de hatırlatıyor. Kitabesinde, 1. Beyazıt tarafından 1399 yılında yaptırıldığı yazmakta.
Balibey Han ve Karagöz ile Hacivat gölge oyunu atölyesi :
Bursa kalesinin surları dibinden başlayarak Ulu Cami’ye doğru uzanan yamaçta 16. yüzyıl başında yapılmış ilk 3 katlı handa ve 2002 yılında aslına benzer şekilde restore edilmiş tarihin ilk üç katlı hanında, Balibey Han’da kahve molası veriyoruz. Hanın üst katlarında çeşitli el sanatları atölyelerini ziyaret edebilirsiniz. Karagöz atölyesinde tanıştığımız Hayali bize Karagöz ile Hacivat’ın hikayesini anlatıyor.
Karagöz ve Hacivat hakkında çeşitli rivayetler olsa da gölge oyunun, Türklerin Orta Asya tarihlerinden itibaren bildiği ve Anadolu’ya gelirken de beraberlerinde getirdikleri bir teknik olduğunu öğreniyoruz.
Orhan Gazi döneminde yaşamış ve kabri Karagöz Müzesinde ziyaret edilebilen Karagöz’ün gerçek ismi Kalbur Ahmet Çelebi. Hacıvat da Hacı İvat olarak tanınıyor.
Bu ikilinin Orhan Camii’nde çalışırken karşılaştıkları anlatılır. Ölümleri ile ilgili de çeşitli rivayetler var. Geçmiş zamanda yaşanan olaylardan sonra önce Karagöz’ün kafası kesilir. O dönem için, Hacıvat olaylardan sıyrılsa da vicdan azabı ile Bursa’yı terk etmeye karar verir. Evliya Çelebi’nin anlatılarına göre, Ankara yolu üzerindeki Hacivat köprüsünde/deresinde haydutlar tarafından öldürülür.
Hikayeyi duyan Sultan bunların kim olduğunu sorduğunda Şeyh Kuşteri isimli zat bir perde kurar ve ışık yakarak iki kukla ile hikayeyi anlatır.
Olaylara üzülen ve gösteriyi beğenen Sultan, bu hikayenin perdede yaşatılmasına buyurur. Bu tarz görsel/gösteri sanatlarının yasak olduğu Osmanlı dönemi için bu ferman gölge oyununun yaşatılabilmesi adına önemli bir dokunulmazlık sağlar.
Perdede hem dönem politikasını, padişahı, hem de sosyal olayları eleştiren gösteriler, Abdülhamit dönemindeki ayaklamadan sonra ve Abdülaziz dönemindeki sansür ile yasaklanır. Orhan Gazi döneminden kalmış bir gelenek gereği, halkı güldüren insanlara mizah yaptıkları için idam cezası verilmez ancak sürgün edilir. Böylece, gölge oyunu ve Karagöz ile Hacivat’ın hikayeleri, sürgün edilen Hayaliler sayesinde Osmanlı’nın hüküm sürdüğü üç kıtada yayılır ve bugüne kadar gelir.
Esasen Hacivat üzerine kurumuş oyunlar folklorik bir akışta ilerler. Oyundaki temel kurguya rağmen halk kendi kahramanını seçer ve Karagöz ile özdeşleşir, oyunlar Karagöz oyunları olarak yayılır.
Değişmeyen roller vardır. Hacivat, yeşil kıyafeti ile İslam kültürünü ve Türklerin Anadolu’daki halini temsil eder. Karagöz ise mavi, sarı ve kırmızı renkleri ile şamanizm’i (Orta Asya’da Şaman rahiplerin giydiği renkler) ve Türklerin Orta Asya kültürünü temsil eder.
Hacivat’ın okuduğu perde gazeli ile başlayan oyun boyunca pek çok ders verilir. 6-7 yüzyıllık geçmişi olan gösteride klasik oyunların sayısı 15-20 ile sınırlıdır ve zamanın modasına göre adapte edilerek oynatılarak günümüze kadar yaşatılmışlardır.
Esasen oyunun yarısı müzik geçişlerinde ibaretmiş. Perdenin arkasında tef çalan, keman veya saz çalanlar ve diğer yardaklar (yardım edenler) olurmuş. Sahneye her gelen kendi şarkısı ile gelirmiş ve 15 dakikalık oyun için yarım saat müzik olabilirmiş. Ancak günümüz medyasında bu kadar uzun geçişler ticari kaygılar nedeni ile yansıtılamıyor.
Farklı ülkelerden sergilediği gösterilerden ve aldığı tepkilerden de bahseden ustamız, Opera tarihinde, Wagner’in büyük buluşu olarak geçen “ön ezgi” nin geçmişinin de esasen 19. yy dan dört asır önce Karagöz ile Hacivat’ın sahneye müzik ile girişleri ile hayat bulmuş akıma dayandığından dem vuruyor.
Hayalinin güncel esprilerle süsleyerek oynattığı “Karagöz’ün gelin olması” hikayesini ilgi ile izledikten sonra Balibey Han’dan ayrılıyoruz.
Tophane Parkı :
Kısa gün batmaya hazırlanırken biz de kale surlarından içeriye doğru ilerliyoruz. Osman Gazi ve Orhan Gazi’nin türbelerini ziyaret ettiğimiz Tophane Parkı’ndan Bursa manzarası seyredilmeli!
Osman Gazi’nin türbesinin önünde bir de şiir vardır. 2 yıl 2 ay 2 gün süren Yunan işgali sırasında Bursa halkı büyük sıkıntılar çeker (taş yıllar). Dönemin Yunan Başbakanı’nın oğlunun bu türbe önünde çektirdiği fotoğraf halk arasında büyük tepki çeker ve bu olay üzerine Mehmet Akif “Bülbül” isimli şiirini kaleme alır.
Sokaklar arasından tırmanarak Şehadet Camii’ni ve Kavaklı Camii’ni ziyaret ediyoruz.
Surların kenarından Atatürk Caddesi’ne doğru inerken akşam karanlığında aydınlatılmış Ulu Cami manzarası hepimizi etkiliyor.
09.12.12
süpeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeerr
teşekkürler 🙂