Balıkesir şehir merkezine iş vesilesi ile bir iki kez gitmişliğim vardı, tarihi saat kulesini ve yoğurt kabında hoşmerim yemesini hatırlarım. Huzur dolu Ayvalık sahili ile de bu sabah tanışıyorum.
Gün doğumunu karşılamak üzere yoldayız. Ne kadar da şanslı olduğumu düşünüyorum bazen, tüm gece kamerasına sarılıp uyuyan ve daha yüzünü yıkamadan fotoğraf çekebilen arkadaşlarım var benim! Gerek bizim gibi uzun hafta sonu tatilini fırsat bilen İstanbullu trafiği gerekse Çanakkale sonrası yol yapım çalışmaları bizi oyalıyor ve bu kez gözümüzü güneşten sonra açıyoruz.
1 Mayıs sabahı Ayvalık sahili şehrin sokak köpeklerine ve akşamdan kalma, nemlenmiş masalara emanet. Deniz erkenci güneşin ışığını yansıtarak çarşaf gibi uzanıp gidiyor. On iki senedir İstanbul’da yaşıyor, her sabah iki kıtayı ayıran boğazı yarıp geçiyorum ama sanki ilk kez deniz görmüşüm gibi kıyıya oturup ayaklarımı sallayasım, uzaklara dalıp gidesim var.
Taş sokaklar
Benim için Ayvalık’da geçirdiğimiz sabah ikiye ayrılır; kahvaltından önce ve sonra. İncecik güneşe karşı uyanmaya çalışan gözlerimi kırpıştırdığım ilk yarı ne kadar romantik ise ikinci yarısı da bir o kadar hareketli ve renkli.
Sahildeki küçük meydanda bir cafe’de zeytinyağlı, mis kokan domatesli güzel bir kahvaltı ediyor, yükselmeye başlayan güneş ile ısınıyoruz. İstikamet eski mahalle ve taş sokaklar!
Sahile dik inen sokak aralarında ufak tefek antikacılar, dükkanlar ve kafeler var ama zamanımız kısıtlı olduğundan onlar daha açılmadan biz içerilere doğru ilerliyoruz. Grafitilerle boyanmış duvarların önünden, aralarda gerili çardaklardan asma yaprakları sallanan dar sokaklardan, yerini modern tesislere bırakmış taş değirmenli zeytin yağı fabrikaların ve esnaf dükkanlarının önünden geçip at arabacıları meydanına çıkıyoruz.
Bu geniş meydana ismini veren, Ayvalık’ta bir asrı aşkın bir süredir at arabası ile nakliyecilik yapan esnafın müşteri bekleme adresi geçen sene Çınaraltı Mahallesi’ne taşınmış. Bu geleneksel mesleği zor şartlarda sürdürmeye devam eden birkaç at arabacı da Çınarlı Camii civarında oturan halk da durumdan şikayetçi imiş ama kısa süre içinde herhangi bir gözlem yapma şansım olmadı.
Meydanda kepenkler teker teker açılırken sabah mahmurluğu devam etmekte.
Şeytanın Kahvesi
İlk durağımız Şeytanın Kahvesi. Dizi ve sinema filmlerinin de platosu olmuş bu kahvehane1865’de yapılmış taş binası, yüksek tavanı, dekoru ve atmosferi ile keyif veriyor. Kahveyi 1950’de kuran aile mübadele zamanı Midilli’den buralara göçmüş. Zamanında Rum komşusunun “seni gidi şeytan seni” diye fırçaladığı yaramaz ufaklığın torundan toruna geçen emektarı bugün de namını koruyor ve Şeytanın Kahvesi olarak tanınıyor.
İçerideki hibe yolu ile düzenlenmiş kütüphane bana gene bir Ege köyü olan Saip’deki kahvehanenin küçük kütüphanesini hatırlatıyor. Tüm zamanların en sosyal mekanları olan, bugün şehirlerde cafe, köylerde kahvehane dediğimiz mekanların eskileri kıraathane değil midir; yani gazete, mecmua, kitap velhasıl kütüphanecilik bu işin geleneğinde var, şaşırmamak gerek.
Güneş yükselmeye başlamışken içerisi karanlık geliyor dışarı çıkıyorum. Bu meşhur kahvede yörenin meşhur üzümlerinden sıkılma, tarifi ustada gizli bir bardak koruk şerbeti içmek gerekirmiş ama henüz mevsimi gelmemiş; kahvaltı üstü kahvesi için de erken deyip dolaşmaya devam ediyorum.
Şeytan Kahvesi’nden güneye doğru, denize paralel devam eden 13 Nisan Caddesi, eski İzmir yolu boyunca geçeceğiniz eski mahallede kaybolmanın imkanı yok. Sağlı sollu açılan dik sokaklar sıra ile numara alırken bunları kesen ve gene caddeye paralel olan sokaklar ise geçit ismi ile numaralanıyor; misal sokak başındaki tabelada “13. Nisan Cad. 10. Sokak 1. Geçit” yazıyor.
Cadde ve ara sokaklarda dolaşıyor; kimi virane kimi restore edilmiş tarihi evlerin fotoğraflarını çekiyor ve sabah çayını yudumlamaya kapı önüne çıkmış birkaç ihtiyar ile eski Ayvalık ve mübadele dönemi sohbeti yapıyoruz.
Caddenin ortalarında kalan virane kilisenin ahşap duvarı ve iç sütunları dikkatimizi çekiyor ancak yıkılmış duvardan içeri girmek mümkün görünmüyor.
Çınarlı Camii
Çarşıya doğru döndüğümüzde ilk gördüğümüz Çınarlı Camii 19. yüzyılın ikinci yarısında Rumlar tarafından yapılmış bir kilisenin restore edilmesi ile Müslüman cemaate açılmış. Minaresi 1952’de yaptırılmış, fırtınadan yıkılınca 2005’de yeniden yaptırılmış.
Belli ki mübadele sonrası sadece nüfuz değil ihtiyaçlara uygun yapılar ve kullanım şekilleri de değişirmiş. Alaçatı’da gördüğüm Pazaryeri Camii gibi burası da geniş avlusu, merdivenleri, taş duvarları gibi klasik Yunan Haçı tipi mimarideki mabedin içerisi de oldukça bakımlı. Doğu-batı ekseninde uzanan ve Ortodoks inancın kıblesi durumundaki apsis bölümü korunmakla birlikte bir perde ile cami cemaatinden ayrılmış. Bu restorasyon yaklaşımının tarihi eseri ve farklılıkları, yaşanmışlıkları, anıları ve dostlukları korumak adına değerli olduğunu düşünüyorum.
Ayvalık’daki vaktimin çoğunu sokak aralarında geçirince tarihi mekanları araştıracak az vaktim kalıyor ve birkaç fotoğraf çektikten sonra sıradaki minareyi gözleyerek çarşıya doğru yürümeye devam ediyorum.
Saatli Camii desenli minaresi ve hemen yanındaki çan kulesi ile ayırt ediliyor. 1944 depremi sonrasında üst bölümü yıkılan çan kulesi restore edilirken dört cephesine de saat monte edilir. Bugünkü ismini de bu çan kulesindeki saatten alan mabed 1850 sonrasında yerli Rumlar tarafından Agios Yannis Kilisesi adı ile inşa edilmiş, mübadeleden sonra Müslüman nüfusun artan ibadethane ihtiyaçlarını karşılamak üzere 1928’de camiye dönüştürülmüş. Tarihi mimariye sadık şekilde restore edilmiş iç bölüm belli ki oldukça estetik. Zemindeki beyaz taşların sırrı sarımsak taşının özelliği olduğunu öğreniyorum ama vakit darlığından dolayı içeriye sadece kapıdan bakmak ile yetiniyorum.
Taksiyarhis Kilisesi Müzesi
Son durağım Taksiyarhis Kilisesi Müzesi. Burası Ayvalık halkının ilk ibadethanesi ve bugün müze olarak korunuyor, ziyaret edilebiliyor. Merdivenlerden avlusuna giriyorum. Bilet satan görevli ile kısaca sohbet ediyoruz. İçeride mabedin kilise olarak tüm orijinal unsurları ile beraber korunduğunu anlatıyor, alacaklıyım! Bilet ücreti 4 TL.
Ayvalık Güler Tatlıhanesi’nin namını önceden duymuştum. Ayrılmadan denemek gerek diye çarşıda aramaya başlıyoruz. Sahil yolu üzerinden Halk Bankası’nın sokağından çarşıya girdiğinizde ilk sağ sokağın köşesinde bulabileceğiniz bu küçük pastanede Ayvalık’ın meşhur sakızlı kurabiyeleri üretiliyor. Bildiğimiz kurabiye tariflerinden farklı olarak hamurunda zeytin odununun külü ile kaynatılmış su, üzüm suyu ve sadece saf zeytinyağı kullanılıyor. Kilosu yaklaşık 20 TL.
Kurabiyeler paketlenene kadar diğer Lor tatlısını da kaçırmıyoruz. Bu şerbetli tatlının hamurunda un ve yağ yok; tamamen lor peyniri ve kendi yağı ile hazırlanıyor. Sakızlı dondurma ile ikram edilen bu lezzeti kaçırmamalısınız!
Dükkanların camekanlarında ve kahvede de afişlerini gördüğümüz 6. Ayvalık Tiyatro Festivali’nin de ilk gününe denk gelmişiz. Kısa günde uzun yollar almayı planladığımızdan açılış törenini beklemeden hareket ediyoruz. Ayvalık’dan komşu Cunda (Ali Bey) Adası’na deniz veya kara yolu ile geçmek mümkün. Deniz yolunu tercih ediyorsanız Ayvalık sahilinde otobüs durağının yanındaki tabeladan saatleri kontrol edebilirsiniz. Saat 11:00-20:00 arasında her saat başı adaya sefer var ve ücreti 3 TL.
Tarihin ilk boğaz köprüsünden karşıya, Cunda Adası’na arabamız ile geçiyoruz.
01.05.2015
2 thoughts on “rakı balık: Ayvalık”