Kaş Çukurbağ kampımızı topluyor ve orman yollarını izlemeye devam ediyoruz. Bugün Apollonia Antik Kenti’ni görecek ve Üçağız Köyü’ne gideceğiz.
Apollonia Antik Kenti’ne ulaşım
Kaş yönünden gelirken, Boğazcık Köyü’ne doğru gidiyoruz. Sapağı geçtikten sonra antik kenti gösteren Likya yürüyüş yolu tabelasını takip ediyoruz. Aracımızı seralara gitmek için açılmış toprak yolun sonunda park ediyor ve yürüyoruz. Yola araç ile devam etmek isterseniz, bir sonraki Sahil Kılınçlı Köyü sapağını tercih etmenizi öneririm. Köy içinden geçer ve Asartepe eteklerine kadar rahatça ulaşabilirsiniz.
Ova içinden yürüyor, ferah bir patikadan tırmanıyor ve surların ardındaki antik kente varıyoruz. Tırmanış sırasında yürüyüşçü bir İngiliz aileye rastlıyoruz. İnişte ise Altuğ Şenel’in rehberlik ettiği bir ekip ile selamlaşıyoruz.
Antik Kent tarihi
Apollonia antik kentinde klasik dönemden itibaren yerleşim izleri gözlenmekle birlikte ilk kuruluş tarihi bilinmiyor. Geniş ve verimli bir ova içinde yükselen bir tepe üzerinde kurulmuş kentin halkının da tarım ile geçindiği düşünülüyor. Antik kentte arkeolojik bir kazı çalışması değil, ancak yüzey araştırması yapılmış.
Kentin ismi Likya’nın 12 tanrısından birisi olan Apollon’dan ileri geliyor olsa da toprak üstünde, Apollon’ adanmış bir tapınak izi görünmüyor.
Patika üzerinde değil ancak kentin doğu surları tarafında, üç nefli kilisenin önünde bir bilgi panosu görüyoruz. Panoda, Apollonia’nın yakınlarındaki Simena, Aparlai ve İsinda kentleri ile ortak bir birliğe dahil olduğundan bahsediliyor. Ele geçen yazıtlara göre, Apollonia Antik Kenti’nin bu kentlerle birlikte Tetrapolis isimli “Dört Kent Birliği” oluşturan bir sympoliteia (siyasi birlik) kurduğu ve Likya Birliği’ne katıldığı tespit edilmiş.
Likya Birliği’nde Aperlai kenti tarafından temsil edilmiş. Dikme mezarlara ve kaya anıtlarına dayanarak yerleşimin Pers işgali süresince (MÖ 5-4. yüzyıl) önemli bir Likya Beylik merkezi olduğu düşünülüyor (dinastik dönem).
Aperlai liman kenti ve mor renkli boya (purpur) üretimi
Nüfusun artması ve limanda artan ticaret hacmine bağlı olarak Aperlai Kenti’ne büyük bir göç yaşandığı düşünüşüyor. Bu süreçte, sadece ticaretle uğraşan varlıklı kesim değil aynı zamanda kabuklu avlama, işleme ve boya üretiminde çalışacak işçi aileleri de göç etmiş olmalı! Bu liman kentinin geçim kapısı olmuş ve bir tür deniz kabuklusundan (murex) üretilen mor rengi Romalı asiller tarafından tercih edilmiştir.
MÖ 2. binli yıllardan itibaren Akdeniz kentlerinde başlayan purpor üretimi, Likya’da ise Phaselis, Andrekia ve Aperlai’de yaygınlaşmıştır. Andriake’de yapılan kazılar, üretimin 7. yüzyıl ortalarına kadar devam ettiğini gösteriyor.
Purpor rengi tüm antik tarih boyunca “imparator rengi” olarak da bilinir ve Doğu Roma İmparatorları ve Vakikan rütbelileri için de oldukça değerli olmuştur. Asaleti, zenginliği ve gücü temsil eder. Renk olarak sadece armada ve hanedan üyelerinin giysilerinde kullanılır. İstanbul erguvanını hatırlatır!
Benzer şekilde, Mısır’da çıkartılan porfir taşının mor rengi de değer görür ve özelikle imparator lahitleri için tercih edilir. Başkent sokaklarını süsleyen Çemberlitaş gibi önemli anıtlar bu taş ile yaptırılır.
Likya Lahitleri
Apollonia yerleşiminden günümüze ulaşan en belirgin izler şehir merkezinde görülüyor. Agoranın çevresinde sıralanmış mezar anıtları özellikle ilgi çekiyor. Asartepe’yi tırmanan patikadan itibaren tiyatronun önüne kadar çok sayıda anıtsal mezar görüyoruz.
Bunlar içinde, coğrafya genelinde nadiren kullanılmış ve en bilinirlerini erken dönem başkenti Ksantos kentinde gördüğümüz dikme mezar tipine altı adet örnek yer alıyor. Maalesef tümü günümüzde yıkılmış durumda veya sadece sütunu ayakta kalabilmiş.
MÖ 6. yüzyıl ortası ve 5. yüzyıla kadar dikme veya payeli mezar tipi kullanılmış (erken Likya dönemi). Yaklaşık 150 yıl sürmüş gelenek ile, ölen kişinin bedeni toprak altına gömülmek yerine göğe yükseltilmiş.
MÖ 5. yüzyıldan itibaren ise ev tipi kaya mezarlar yaygınlaşmış. Bunlar da yine, aile bireyleri tarafından yüzyıllarca kullanılmaya devam etmiş. Likyalılar ölüyü yakmamış ve Roma döneminde de bu gelenek devam etmiş. Ölü kişiyi kaya içine oyulmuş odaya yatırdıktan sonra üzerine kireçtaşı dökmüşler. Kireçtaşı deriyi ve eti çürürmüş. Üzerine aileden başka biri gömüleceği zaman ise, odadaki kemikleri toplayıp zeytinyağı veya şarap gibi bir değerli bir sıvı ile yıkamış ve başka bir yere koymuşlar veya gömmüşler.
Semardam tipi Likya mezarları
Aynı dönemde, kentin aristokratları arasında semerdam tipi, kapaklı mezar modelleri yaygınlaşmış. Şehirler bu tipte ve oldukça iyi durumda görünen mezarlar ile süslenmiş.
Likya kentlerini gezerken göz ile ayırt edebileceğimiz, devirlerini tahmin edebileceğimiz en kolay yöntem lahit kapaklarını incelemek olabilir. Lahit üzerindeki semerdam kapak ne kadar dik ve üçgen yapılı ise o kadar eski, ne kadar düz ve sade ise Roma İmparatorluk Çağı’na yakın olarak düşünebiliriz. Klasik dönem lahitler oldukça incelikli ve süslü iken Pers işgali ve sonraki yıllarda artan talebi de karşılamak üzere çok daha tekdüze ve kolay üretilebilir modeller tasarlanmış.
Roma dönemi lahit kapaklarının ön ve arka taraflarında çelenk motifleri, köşelerinde putto (erkek bebek – melek) kabartmaları görülebilir. Lahitlerin önünde bir tabela gibi işlenmiş (tabula rasa), mezar sahibi hakkında bilgi veren yazılar görünebilir. Helenistik döneme veya sonrasında Roma dönemine tarihlenebilecek bu lahitler üzerinde antik yunanca alfabesi seçilebiliyor. Kimi lahitlerde ise, bu yazılar sıva veya metal plaka üzerine yazılmış ve lahite yapıştırılmış. Günümüzde, bunlar yerine boş bir tabela kabartması görüyoruz.
Kaya üzerine oyarak işlenmiş bezemeli lahit oldukça etkileyici. Pek çok lahit kapağında ise aslan veya boğa başları görebiliyoruz.
Batı yakası
Biz bir kaç mezar anıtını inceledikten sonra patikanın sonuna kadar ilerlemiyor ve tiyatroya doğru yürüyoruz.
Patikanın sonuna kadar yürürseniz halen ayakta olan Batı surlarından Boğazcık ovasını seyredebilirsiniz. Yine kentin batı yakasında, iyi işlenmiş ve gösterişli bir yapı yer alıyor. Burasının bir tapınak veya kamu yapısı değil, bir kahraman mezarı olduğu düşünülüyor.
Likyalılar, erken dönemde Hititlilerin yanında Mısırlılara ve Truva Savaşı’nda Akalara karşı savaşmış, kahraman bir millet olarak biliniyor. Kavgacı olarak anılmamış, bilakis Anadolu toprakları üzerinde barış içinde yaşamış ve ticaret yapmışlar.
Likya coğrafyasının farklı kentlerinde mitolojik hikayelelerde de yer bulmuş kahramanlara adanmış mezar anıtları (Heroon) görülebilir. Apollonia Heroon Anıtı ise MÖ 5. yüzyıla tarihkenmiş ancak biz görmemişiz. Alacaklıyız!
Tepenin en batı ucunda, uçuruma yakın bir kaya mezarı varmış! Bu kaya mezarının üstünde, Anadolu Frig ve Kibele kültüründen aşina olduğumuz bir sunu deliği yer alıyor.
Apollonia Antik Kenti – Doğu Roma (Bizans) dönemi mimarisi
Dönüşte, şehrin ortalarında açılmış sarnıç yapısı yer alıyor. Büyük bölümü toprak altında olmak ile birlikte, beşik tonozlu kubbesi (Roma mimarisi) dikkatinizi çekecektir. Sarnıçın büyüklüğü, Roma döneminde kentteki nüfus yoğunluğu hakkında da fikir verebilir.
Sarnıç yapısı ile tiyatro arasında küçük bir hamam kalıntısı görünüyor.
Kent tiyatrosu, helenistik yöntem ile inşa edilmiş ve bir yamaca işlenmiş (MS 3. yüzyıl).
Tiyatro basamaklarını tırmanarak arkasındaki üç nefli kiliseye varıyoruz (6. yüzyıl). Kentteki iki kilise de iyi durumda görünüyor. Üç nefli kilisenin ana kubbesi yıkılmış. Duvarlarında belli belirsiz sıva kalıntıları ve fresk boyamaları seçilebiliyor. Buna göre, Arap akınları sonrasında da 11-12. yüzyıla kadar kentte Hristiyan yerleşiminin devam ettiği söylenebilir.
Kentte Selçuklu akınlarına veya Türk akıncılarına dair biz iz görünmüyor. Türkler aşağıdaki ovaya ve bugünkü köylere yerlemiş olmalı.
Kilisenin duvarı kale surları ile birleşiyor ve buradan inerek çıkış patikasına varabilirsiniz. Bizans (Doğu Roma) kalesinin önüne çıktığımızda kent ile ilgili bir bilgilendirme panosu görüyoruz.
Apollonia Antik Kenti’ne gelmeden önce arkeolog ve rehber Ümit Işın’ın sunduğu Anadolu Arkeolojisi programını izlemenizi öneririm. Dönüşte tekrar izleyince, aklım es geçtiğimiz batı surlarında ve Heroon’da kaldı!
Öğle yemeği için Üçağız Köyü’nde mola vermeyi ve sonrasında Simena Antik Kenti’ni görmeyi planlıyoruz. Gece ise Üçağız Köyü’nde bir pansiyonda kalabiliriz veya yakınlarda uygun bir kamp yeri araştırabiliriz.
25.10.2021