Öğle yemeğinin ardından Buldan’dan ayrılarak Denizli-Aydın sınırından güneye ilerliyor ve Aydın Karacasu’da Geyre köyündeki antik kent Afrodisias’ı ziyaret ediyoruz. Geçtiğimiz ay (Temmuz 2017) Unesco Dünya Mirası Listesindeki yerinin onaylanması ile günden güne bilinirliği artan antik kent bizi oldukça etkiliyor.
Medeniyetler beşiği Anadolu’nun bu değerli kentinin keşfediliş hikayesi pek çok haber bülteninde de yer bulduğu üzere tesadüflere dayanıyor. Genç bir fotoğrafçı olan Ara Güler köydeki evlerin mermer parçalarını fotoğraflıyor ve İstanbul’a döndüğünde aydın camiadan eş dost tanıdıklara gösteriyor ancak beklediği ilgiyi göremiyor. Sene 1958!
Fotoğraflarını ABD’de bir dergiye gönderiyor. ABD’de heyecan ile karşılanan bu haber hakkında daha fazla detay, yazı ve renkli fotoğraflar istenir. Ara Güler, detaylara ulaşmak için genç arkeolog Kenan Erim ile irtibata geçer ve gerekli kazı izinleri için başvurular yapılır. Bu arada ABD’deki dergide yayınlanan haber dünya çapında ses getiriyor ve arkeoloji dünyasının ilgisi Aydın’daki kayıp kent Afrodisias’a yoğunlaşıyor. Dönemin başbakanı Menderes’in desteği ve deprem riski sebebi ile köy yerleşimi birkaç km öteye taşınarak yeni bir belediye kuruluyor (bugünkü Geyre Mahallesi). Antik kent için ilk kazma 1961’de vurulurken, günden güne fotoğrafçılıkta ünlenecek Ara Güler ve ömrünü bu antik kente adayacak bilim adamı Kenan Erim bugün dünya çapında tanınıyor.
***
İsmini Antik Yunan Tanrıçası Afrodit’den alan antik kentin geçmişi MÖ 6. yüzyıla kadar biliniyor. Afrodisias, MÖ. 2. yüzyılda kent devleti (polis) statüsünü kazanıyor ve yerleşim ızgara planlı olarak yeniden inşa ediliyor. Bu dönemde yaklaşık bir kilometrekarelik alanda yayılmış kentte 15 bin insan yaşıyor. Roma ile yakın ilişkileri dolayısı ile MÖ 1. yüzyılda Roma Senatosu tarafından vergi muafiyeti ve özerklik gibi çeşitli ayrıcalıklar elde ediyor. Roma İmparatoru’nun gözdesi olduğu bu yüzyıldan itibaren hızla genişliyor ve yaklaşık altı yüzyıl boyunca özellikle heykeltraşlık olmak üzere önemli bir sanat merkezi oluyor. Bugün ayakta gördüğümüz çoğu eser MÖ 2. yıl ve sonraki iki yüzyıla tarihlenmekte.
Zenginliği kentin kuzeyinde kalan Babadağ eteklerindeki mermer ocaklarına bu kadar yakın olan kentteki heykelcilik okulunda yetişen yetenekli sanatçıların namı da imparatorluğun dört bir yanında yayılıyor. Civarda gezdiğimiz diğer antik kentlerde gördüğümüz krem-beyaz tonlardaki Afrodisias mermeri heykellerin kaynağı da meğer burası imiş!
3. yüzyıl sonlarında Roma İmparatorluğu’nun bir eyaleti olarak devam eden Karya topraklarının başkenti ilan edilmiş ve 4. yüzyılda etrafı surlar ile çevrilmiş.
Deprem kuşağı üzerinde olması nedeni ile özellikle 4. ve 7. yüzyıldaki depremlerde büyük hasar almış. Hatta su kanallarının da yer değiştirmesi ile (coğrafya dersinden hatırlarız: Aydın Menderes ovalarının oluşumu), kentin sular altında kalmasını önlemek için tahliye sistemleri geliştirilmiş.
7. yüzyıldan sonra Bizans topraklarına katılan bölgede başta paganist dönem tanrıçası Afrodit’in ismi terkedilmiş ve Hıristiyanlık geleneklerine uygun yapılanmanın ilk adımı olarak Afrodit Tağınağı kiliseye dönüştürülmüş. İlk hali 8*13 sütun üzerine oturtulmuş yapıdaki sütunlar ve heykeller zaman içinde yağmalanarak tahrip edilmiş.
Kent, bu dönemde Karya ismi ile anılmış ve geçmişte Karyalıların yaşadığı Güney Ege bölgesinin Baş Piskoposluğu olarak adreslenmiş. 6-11. yüzyıllar arasında düşman akınları ile siyasi ve ekonomik olarak günden güne zayıflayan yerleşim 12 yüzyıl sonrasında Türk egemenliğinin yayılması ile yeniden kentleşmiş ve yeni ismi dilden dile Geyre olarak bilinmiş.
Antik kent girişinde otopark için yer olmadığından dolayı aracınızı anayolun karşısında kalan kafeteryanın bahçesine ücretsiz olarak parkedebilir ve buradan hareket eden ring servis ile müzeye kadar gidebilirsiniz. Bahşiş olarak 10 TL, 10 euro veya 10 dolar talep ediliyor, size kalmış!
Müzekart ile gişeden giriş yaptıktan sonra ilk durağımız müze oluyor. Antik kentten çıkarılan pek çok eserin orijinalinin sergilendiği ve interaktif bilgilendirme ekranları ile zenginleştirilmiş müzeye zaman ayırmak hızlı bir öğrenme süreci de sağlıyor. Arkeoloji müzelerinde, özellikle lahitler veya sütunlar üzerine işlenmiş işlenmiş sahnelerin, simgelerin açıklandığı bölümleri gezmeyi seviyorum.
Mevsimler Lahiti Afrodisias’ın güneyinde 1988’de bulunmuş. MS 3. yüzyıla tarihlenmiş lahitin ön yüzü dört bölüme ayrılmış. Her bir bölmede, akantus bitkisi üzerinde tombul birer erkek çocuk betimlenmiş. Çocuklar ellerinde mevsimlerle ilgili meyve ve aletler tutmaktalar. Solda sağa,
- Sonbahar, fırlatma sopası (avcılık için) ile bir meyve sepeti taşımakta;
- Kış, içinde meyveler olan kalın bir başlıklı manto giymekte;
- İlkbahar, fırlatma sopası tutmakta ve gergin tuttuğu mantosunda meyve taşımakta;
- Yaz, keçi derisi giymekte ve çengel şeklinde budama bıçağı taşımaktadır.
- Andreia tarafından taçlandırılan Afrodit (Aphrodite)
Giyimli bir tanrıça, kadın bir savaşçı tarafından taçlandırılmaktadır. Tanrıça muhtemelen Afrodit’dir. Kadın savaşçı ise Roma ya da Andreia (cesaret tasviri) tarafından giyilen tek göğsü açıkta bırakan bir Amazon kıyafeti giymekte ve Amazonların kullandığı mızrak, kılıç kayışı ve kalkan taşımaktadır.
- İmparator ve Roma halkı
Çıplak olarak betimlenen imparator, Roma halkını veya Senatosunu kişileştiren ve toga (Roma vatandaşlarının sivil kıyafeti) giymiş biri tarafından taçlandırılmaktadır. İmparatora sunulan taç, meşe dalından yapılan “vatandaşlık tacı”dır ve vatandaşların hayatını kurtaranlara verilmektedir. İmparator, simgesel bir zafer direği dikmekte. Alt tarafta ise acı içinde diz çökmüş barbar bir esir kadın betimlenmiştir.
Müzede sergilenen kabartmaların her biri 10-20 parça halinde toprak üstüne çıkarılmış ve ilk olarak 1979-81 yılları arasında restore edilmiş. Günümüzdeki teşhir için modern teknikler ile yenilenen restorasyon çalışması ise 1999-2007 yılları arasında İngiliz uzmanlar tarafından eğitilmiş konservatörler yardımı ile yapılmış.
Çeşitli kaynaklarda tarihi MÖ 13. yüzyıla kadar uzanan bölge ve civarında yapılan kazılarda Bronz Çağı kalıntılarına ulaşılmış. Civar höyüklerden bulunan bu eserler de müzede sergilenmekte. Özellikle ön Asya kökenli Tanrıça İştar, Tanrıça Asterte ve Anadolu kökenli Tanrıça Kybele heykelcikleri dikkatimizi çekiyor.
80 metre uzunluğunda ve 14 metre genişliğindeki Sebasteion, türünün tek örneği olarak önem taşıyor. Karşılıklı iki portiko üzerinde imparatorluk ailesine ve tanrılara adanmış rölyefler bulunuyor. Kuzey taraf 4. yüzyılda yıkılmış ve tahrip edilmiş, bu nedenle bu cepheden günümüze pek fazla kabartma ulaşmamış. Kuzey yapının ikinci katında Augustus tarafından imparatorluğa katılan “ethne” yani “halklar” kabartmaları, üçüncü katında ise Roma İmparatorları ile gün ve okyanus gibi zaman ve mekanın evrensel alegorilerinin betimlemeleri yer alıyor. İmparatorluk haklarını simgeleyen 50 adet kabartmada Afrika’dan Batı İspanya’ya kadar tüm bölgelerin halkları (ethne – bkn: etnik) figürler ve yazıtlar ile ifade edilmiş. Bu halkların ortak noktası hepsinin İmparator Augustus tarafından fethedilip imparatorluğa katılan topraklarda yaşıyor olmaları. Liste, imparatorluğun sınırlarında, o güne dek duyulmamış halkların isimleri ile oluşturulmuş: Mısırlılar, Etiyopyalılar, Andizetoslar, Araplar, Bessoslar, Bosporosular, Daçyalılar, Dardanoslar, İapoadoslar, Yahudiler, Galiçyalılar, Piroustoslar, Rhaitoslar, Trumpiloslar, Girit, Kıbrıs ve Sicilya. Burada bulunan ve restore edilen eserler müzede Sevgi Gönül salonunda sergileniyor. Her bir ırkın farklı farklı ifadelerle mermere işlenmiş olması ve tüm incelikli detaylar görülmeli!
Tanrıça Afrodit adına yapılmış tapınak Bizans dönemine kadar kentin en önemli yapısı olarak korunuyor. İlk hali 8*13 sütun üzerine oturtulmuş yapı Bizans döneminde kiliseye dönüştürülmüş. Sütunlar ve heykeller yağmalanarak tahrip edilmiş.
Yaklaşık 30 bin kişi kapasiteye sahip Afrodisias antik kenti stadyumu zamanının en iyi korunmuş örnekleri arasında sayılıyor. Havanın bulutlanması ile fotoğraf için yeterli gün ışığı kalmıyor ve Stadyuma kadar yürümek yerine antik kent merkezindeki yapılarda daha çok vakit geçirmeyi tercih ediyoruz.
2. yüzyılda yapılmış Meclis Binası (Bouleuterion) orijinal hali ile 1750 kişilik bir oturma kapasitesine sahipmiş. Yarım daire planlı yapının orijinal halinde çatısı da varmış. Kent meclisi toplantılarının yanı sıra konserler ve tiyatro gösterileri için de kullanıldığı biliniyor. 1960’lardaki kazılar sırasında sahne binasının yıkıntıları arasında sekiz tane insan boyutundan büyük mermer heykel bulunmuş. Bugün müzede sergilenen ve orijinal yerleri sahnenin içe bakan sütunları arasında olan bu heykeller üzerinde tanrıları ve kentin ileri gelenlerini gösteren figürler bulunuyor.
Doğu-batı yönünde uzanan Agora kentin ticaret merkezi imiş. Güney agoranın ortasında 260 metre boyunda uzun bir havuz yer alıyor.
Roma İmparatoru Hadrian’ın ikinci yüzyılda kenti ziyareti onuruna yaptırılmış Hadrian Hamamı kadınlar ve erkekler için iki bölüme ayrılıyor. Ilıklık, soğukluk, sıcaklık ve giyinme bölümlerini ve kanalizasyon alt yapısının kalıntılarını yüzlerce yıl sonra görebilmek etkileyici.
MÖ 1. yüzyılda yaptırılmış tiyatronun 4. yüzyıldaki depremde üst sıraları yıkılmış olmakla birlikte günümüze ulaşmış haşmeti bile görülmeye değer!
Rotayı hazırlarken yoldaki ikinci gecemiz için Denizli Babadağ eteklerindeki bir vadiyi gözüme kestirmiştim. Gezenbilir ve wikiloc’dan da işaretlediğim lokasyon için direksiyonu Babadağ eteklerine doğru çeviriyoruz. Babadağ merkeze vardığımızda yağmur hızlanıyor ama biz vazgeçmiyoruz. Aynı köy yollarından tekrar tekrar geçiyor ancak aradığımız Altındere Köyü’nü veya oklarla gösterilmiş yayla yollarından herhangi birisini bulamıyor, kamp için uygun bir yer göremiyoruz.
Havanın gittikçe kötüleşmesi, erkenden kararması ve bilinmezlerin artması neticesinde rotayı değiştirme kararı alıyor ve ikinci günü bitirmeden planlarda ufak bir değişikliğe giderek direksiyonu Pamukkale’ye doğru çeviriyoruz.
21.08.2017
4 thoughts on “Afrodisias Antik Kenti”