Güneşli bir Cumartesi sabahında erkenden yola çıkıyor ve Boston’a araba bir saat mesafedeki kuzey kasabalarını ve ’80 dönemi çocuklarına daha da tanıdık gelecek Salem şehrini gezmeye gidiyoruz.
Şehir merkezinden henüz yarım saat kadar uzaklaşmıştık ki, klasik Amerikan filmlerinden aşina olduğumuz tek veya çift katlı, avlusunda bayrak dalgalanan, bahçeli, çitli müstakil evler görmeye başlıyoruz.
Rockport:
İlk durağımız olan Rockport kasabasının sokaklarında, renkli evleri arasında dolaşıyor ve kasabanın en fotojenik noktası olan kırmızı renkli balıkçı barınağında boy boy hatıra fotoğrafı çekiyoruz. Hemen limandaki bu barınak, 1988’de açık denizde kaybolmuş bir balıkçının, Leon “Windy” Wallace’nin anısını yad ediyor!
Motif No:1 ismi ile anılan bu baraka için pek çok blogda, Amerika’da ve belki dünyada en çok resmedilen yer olarak ifade ediliyor. İnşa edildiği 1840’lı yıllardan bu yana çeşitli reklam afişlerinde, pek çok film sahnesinde ve hatta 2002’de pul üzerinde boy göstermiş. 1930’larda gezgin bir ressam tarafından atölye olarak kullanılmış. İkinci Dünya Savaşı öncesinde ve sonrasında farklı amaçlarla kullanılmış ve askeri bir anıt olarak da hafızalarda yer etmiş. 1978’de bir kar fırtınasında yıkıldıktan sonra kamu bütçesi ile hemen yerine yeniden inşa edilmiş.
İsmini afişlerinde duyurmaya devam eden Motif No.1 için, 2019 festival takvimi çoktan açıklanmış!
Çoğu Amerikalı, Noel ile yeni yıl tatili arasında kalan bu haftada izin kullandığı için hem Boston’da hem de çevre şehirlerde sokaklar genel olarak sakin. Rockport’da da kış sezonunda çoğu dükkan kapalı ve günün erken saatlerinde hafta sonu hareketliliği de henüz başlamamış. Güneşin cılız ışığında az biraz ısındığımız anlarda, kapalı dondurmacı vitrinlerinin önünde iç geçirerek geçiyoruz. Biraz ısınmak için girdiğimiz, köşedeki seramik atölyesinde çok güzel el tasarımı aksesuarlar görüyoruz. Hediye alışverişi için güzel bir alternatif olabilir. Dükkanların önündeki balıkçı telinden yapılmış banklar ve genel olarak sokaktaki objeler bile farklı ve işlevsel tasarımları ile dikkatimi çekiyor.
Gloucester:
Günün ikinci durağı Gloucester. Kasaba merkezinin biraz dışında kalan Stage Fort Park’ta aracımızı park ediyor ve plaja iniyoruz. Halfmoon plajına inerken gördüğümüz kayalara gömülmüş plakada yazdığına göre, bölgede yerleşim 1623’de Bay Kolonisi ile başlamış. Amerika kıtasının keşfinden yaklaşık iki yüz sonra büyük bir göç dalgası ile “yeni dünya” ya gelip yerleşen ve yeni bir medeniyet kuran İngilizlerin hikayesini farklı bir yazıda paylaşmak üzere burada pas geçiyorum!
Kasabanın merkezine doğru sürüyor, ara sokaklarına girmiyoruz. Sahil yolunda koşan, paten kayan insanların arasına karışıp kısa bir yürüyüş yapıyor ve denizcilere adanmış heykelleri görüyoruz. Yaklaşık dört asır önce, İngiltere’den yola çıkıp okyanusun diğer yakasına geçen denizciler açık denizde büyük avlar yapmışlar. Takip eden yıllarda ve özellikle 19. yüzyıl bolunca Kanada kıyılarından, İskandinavya ve İrlanda’dan hatta İtalya ve Portekiz’den bölgeye göçen balıkçılar olmuş. Büyük dalgalarda batıp giden gemilerde çok sayıda denizci hayatını yitirmiş ve burada kayıtlara geçen 5368 denizci için sahile bir anıt dikilmiş. Az ilerisinde de denize açılmış eşlerini bekleyen kadınlar adına dikilmiş bir anıt var.
Yaz sezonunda plajı ve lokantaları ile cazip olan bu kasabada görülmesi gereken bir müze-ev var ki, kış sezonunda kapalı olmasına karşın es geçmek istemiyoruz.
Amerikalı bir bilim adamı ve günlük hayattan örneklemek gerekirse uzaktan kumanda teknolojisinin mucidi olan John Hays Hammond Jr, kendisinin tasarlayıp yaptırdığı ve ömrü boyunca yaşadığı evinin inşasında günlük hayatında Avrupa’dan topladığı gotik dönem mimari parçalarını ve eşyaları kullanmaktan sakınmamış! “Hammond Kalesi”nin sadece ön bahçesini görebiliyor ve okyanus manzaralı (Normans Woe koyu) avluya hayran kalıyoruz.
Salem:
Günün son durağı olacak Salem’e geldiğimizde öncelikle yemek molası veriyoruz ve ekipteki bir arkadaşın daha önce memnun kaldığı bir restoranı tercih ediyoruz. Sahildeki restoranda, en güzel manzaraya sahip masanın bir anda boşalması ile kendimizi oldukça şanslı hissediyoruz!
Boston’a gelmişken, civarın en meşhur yemekleri olan “New England Clam Chowder” (deniz tarağı -bir tür deniz kabuklusu- ve sebze ile hazırlanıyor) ve istakoz yemek istiyorum. Tam da yerine gelmiş olunca menüden ilk seçilen sipariş benimki oluyor. Bu tarz restoranlarda, taze taze yakalanan balıklar için günlük arz-talep dengesine göre fiyatlar değişiklik gösteriyor. Özellikle güneşli ve restoranın kalabalık olduğu zamanlarda sipariş verirken günlük fiyatları teyit etmekte fayda var. Çorba için yaklaşık 8 USD ve ayıklanmış istakoz ile hazırlanmış sıcak sandviç (hot lobster roll) için 25 USD ödüyorum.
Bir restoranda yemek yedikten sonra hesap istediğinizde, menüde yazan fiyata eyalete göre değişen vergi oranı tutarını ve %15-20 bandında değişen bir bahşişi ekleyeceğinizi unutmamalısınız! Hem Boston’da hem de New York’da gözlediğim diğer bir restoran adâbı da, masaya hesap istenen restoranlarda aslında sadece kredi kartını garsona vermiş oluyorsunuz. Garson kredi kartı bilgilerini kaydediyor ve size kartınız ile birlikte hesap dökümünü getiriyor. Burada bahşiş için boş bırakılmış alanı dolduruyor ve dip toplamı yazararak formu imzalıyorsunuz. Hesap çekimi daha sonra yapılıyor. Bana oldukça riskli görünen bu süreci ev sahiplerime ve bölgede yaşayan diğer arkadaşlarıma soruyorum. Aldığım yanıtlar aynı: Herhangi bir hile veya haksız çekim söz konusu ol(a)mazmış! Daha doğrusu hiçbir restoran idaresi veya çalışanı böyle bir şikayet ile karşılaşmayı göze almazmış!
Yemekten sonra, 18. yüzyılda kurulan cadı mahkemeleri ile nam salmış Salem kasabasının merkezinde bir otoparka park ediyor ve meydanda dolaşıyoruz. Trafiğe kapalı Essex Caddesi üzerindeki kafede kısa bir mola veriyor ve sıcak birer kahve içip ısınıyoruz. Tezgahın arkasındaki duvarda asılı nazar boncuğu dikkatimi çekiyor!
Cadde üstünde, bizi çocukluğumuzun dizisi Tatlı Cadı (Bewitched) Samantha’nın heykeli karşılıyor. Bilin bakalım: Samantha’nın konuşan kedisinin ismi nereden geliyor!
Şehir merkezinden başlayan tabelaları takip ederek 1622’de kurulan “sözde” mahkemelerde suçlu bulunan ve asılarak (eğer infaz öncesinde merhamet dilemez ise kaya altında ezilerek) idam edilen “cadı”ların mezarlığından geçiyor ve onların anısına dikilmiş taşları okuyorum.
1622’de Salem’de yaşayan yaklaşık 200 kişi cadı olmak ile suçlanmış ve kurulan mahkemede, içlerinden 20 kişi için tanıkların soyut iddialarına dayanarak infaz kararı verilmiş. O gün yaşanan olaylar bugün trajedi olarak adlandırılıyor ve insan haklarının çiğnendiği yerler ve olaylar, bugün çeşitli anıtlar ile yaşatılıyor. Her sene, insan hakları ve sosyal adalet için çabalamış bir kişi veya organizasyona ödül verilen çalışmalar yürütülüyor.
Boston’dan Salem’e tren ile veya yaz döneminde feribot ile (yaklaşık 45 dakika) ulaşmak mümkün. Özellikle, Ekim ayının sonlarına denk gelen cadılar bayramı etkinliklerini kaçırmamalısınız! Bu günlerde hayli popüler ve kalabalık olan Salem’de, gün boyu keyifli vakit geçirebilirsiniz.
Aralık ayının son günlerinde, dünyanın bu paralelinde güneş erkenden gözden kayboluyor. Saat henüz 16:30’da şehrin ışıkları yanmaya başlamışken eve dönüş vakti geliyor.
29.12.2018
One thought on “Kuzeyli Balıkçılar ve Cadılar”