Tripolis veya Büyük Menderes nehrine yakınlığı sebebi ile Tripolis ad Maeandrum olarak anılan antik kent Göller Yöresi rotamızın ilk durağı.
Yüksek bir tepenin yamacında kurulmuş antik kente vardığımızda araçtan inip Roma Caddesi’ne gidene kadar esen rüzgar ile toz toprak içinde kalıyoruz ve anlıyoruz ki bu kadar antik yapı da yüzyılladır bu rüzgar erozyonu ile savrulan toprak altında gizlenmiş ve günümüze ulaşmış.
Kazı tarihçesi oldukça kısa olan kentte ilk kazma 1993’de vurulmuş. Sistematik arkeolojik çalışmalar ise 2007’de Ege Üniversitesi tarafından başlatılmış. Bürokratik sorunlar nedeni ile üç yıl kadar ara verilen çalışmalar 2012 yılında Denizli Müze Müdürlüğü başkanlığında tekrar yoğunlaşmış. Antik kentte dolaşırken bizi yönlendiren özel güvenlik görevlisinin anlattığına göre, çalışmalar tamamlandığında adeta yeni bir Efes antik kentinin gün yüzüne çıkarılacağından bahsediliyormuş.
Tripolis ismi tarihte ilk kez bağımsız Lidya kentleri arasında geçer. Coğrafi olarak tam da yolların kesişim noktasında kurulmuş olduğu için kimi kaynaklarda Frigya, kimilerinde ise Karya sınırları içerisinde gösterilmiştir. Konumunun avantajı sayesinde ekonomisi ticaret ile birlikte gelişmiş ve şehir, bölgenin zengin kentleri arasında anılmış. Bergama Krallığı döneminde hakimiyet altına alınmış ve son kralın vasiyeti ile MÖ 133’de Roma yönetimine bağlanmış. İznik (Nicea) Konsolüne katılan yöre piskoposları listesinde de Tripolis isminin geçiyor olması, kentin piskoposluk düzeyinde önem taşıdımış olduğunu gösteriyor (MS 325).
Aktif fay hatlarının geçtiği bölgede yaşanan sık depremler ile kent defalarca yıkılmışken, bugün toprak üzerine çıkarılmış yapıların çoğunluğu 1-3 yüzyıllara, Roma dönemine dayanıyor. Bir mezarda bulunan göz yaşı şişesi incelendiğinde, bölgedeki ilk yerleşim izleri ise MÖ 3. yüzyıla (Helenistik dönem) tarihleniyor.
Tripolis Antik Kenti’nde bugüne kadar ulaşılmış önemli izlerden birisi de mezar kazıları sırasında ortaya çıkarılmış 1700 yıllık gladyatör iskeleti ve gladyatör deseni kabartmalı kandiller olmuş. Aynı kazıda ayrıca dönemin spor malzemeleri ve göz yaşı şişeleri bulunmuş. Mezardan çıkarılan iskeletin normalden büyük ve kemik yapısının gelişmiş olması, mezarın yazılı kaynaklarda bahsedilen meşhur Tripolisli sporculardan bir aileye ait olduğu fikrini doğuruyor.
Antik yerleşimler bakımından zengin bir tarihe sahip Denizli coğrafyasının yerel türlerden birisi olan Denizli horozu motifli kabartmalı kandiller Tripolis’de de bulunmuş.
Bölgenin tek kapalı antik pazar yeri de bu kentte görülebilir.
Kilise ve dükkanların (Roma dönemi) arasında kalan kemerli bu yapının kuzey tarafında metal, kemik ve seramik üretim atölyelerinin, güney tarafında ise ürün satışının yapıldığı pazar yerinin bulunduğu tespit edilmiş.
Yaklaşık 1800 yılı geride bırakmış Roma Dönemi dükkanlarının ve evlerinin duvarlarında serçe, kınalı keklik, sülün, güvercin, papağan gibi kuş figürleri ve leopar resimleri bulunmuş olması o vakitlerde bölgede bu türlerin yaşadığının bir göstergesi.
Kentin ana buluntularından biraz dışarıda kalan mozaikli ev, diğer antik kentlerle karşılaştırıldığında Tripolis’e ilgiyi artıran bir başka unsur. 8 odalı olduğu tespit edilen ev yapısının tüm zemini renkli taşlarla döşenmiş. Oldukça iyi durumdaki mozaiklerin ortaya çıkarılmış kısımlarının genellikle üstü örtülmüş. 4 yüzyılda inşa edilmiş ve salon olarak kullanılmış bu odaların 5. yüzyıldada kullanıldığı biliniyor. Ancak bir bölümünü uzaktan görebiliyoruz.
Bir bulutlu bir güneşli seyreden hava durumunda yolumuza devam ediyor ve akşam yemeği için Buldan merkezine gidiyoruz. Panayırın kurulduğu Yenicekent meydanına girmeden anayoldan geçerken, yol üstündeki tezgahlarda satılan çekirdeksiz Sultaniye üzümlerinden almamak olmaz. Bu nefis üzümler bir kaç gün kahvaltı soframızda baştacı olacak. Bu gece Buldan’a 8 km mesafedeki Yayla Gölü kıyısında kamp kuracağız.
20.08.2017
One thought on “Tripolis Antik Kenti”