Kazdağları eteklerinde kurulmuş tarihi köyleri geziyoruz. Babakale’de uyandığımız ışıl ışıl sabahta, denize karşı yaptığımız güzel kahvaltının ardından limanda ve yeni yeni uyanan köy sokaklarında kısa bir fotoğraf turuna çıkıyoruz. Bu köyde ilgimizi en çok kapılara asılı rengarenk örme ipler çekiyor. Ev sahibi evden çıkarken örme ipi kilide dolayıveriyor.
Düğüm atılmamış ise “evdeyim”, tek düğüm var ise “yakındayım, geleceğim”, çift düğüm var ise de “uzak yerdeyim, geç gelirim” anlamına gelirmiş. Düşünsenize, her tatil sezonu öncesinde “sosyal medya hesaplarınızın gizliliğini kontrol edin”, “hırsızlar tatilcilerileri kolluyor” diye haberlerin çıktığı bir devirde, bizler evin boş kaldığını yan komşuya bile çaktırmamaya çalışmıyor muyuz?
- Babakale’nin kale gibi kapıları var!
Apollon Smintheus Antik Kenti
Günün ilk durağı olarak, önceki gün ziyaret saatlerine yetişemeyip pas geçtiğimiz Gülpınar’daki ören yeri Apollon Smintheus’a geri dönüyoruz. Antik Yunan Kentini gezerken gördüğüm ve öğrendiklerimi ayrıca araştırıp yazacağım. Farklı çağlarda farklı devletlere ev sahipliği yapmış kentteki kutsal alanı, tapınağı, hamamı, açığa çıkmış kanalizasyon altyapısı, spor oyunlarına ait tabletler ve kutsal yoldaki taş döşemesi ilgi çekici. Görülmesi, tanınması gereken bir kazı alanı!
- Apollon Smintheus antik kenti kutsal alanı
Behram Köyü ve Assos Athena Tapınağı
Behram Köyü ve Assos ören yeri uzun süredir merak ettiğim bir bölge idi. Geçtiğimiz yaz, pek çok arkadaşımın hem deniz tatili yapmak hem de kamp yaptığı köyü görmek için oldukça hevesli idim. Ören yeri tabelalarını takip ederek doğruca köy meydanına vardık ve henüz öğlen olmamışken, zar zor boş bulduğumuz bir köşede aracımızı bırakıp tepeye tırmanmaya başladık. Sağlı sollu hediyelik eşya ve yöresel gıda tezgahları arasından geçtik. Daha tepeye tırmanırken bile kalabalık böyle ise yaz günü, klasik “tatilci” sezonunda buralar kim bilir nasıl olur diye düşünmeden edemiyorum!
Athena Tapınağı kalıntıları arasında dolaşıyor ve sert esen rüzgara karşı birkaç dakika da körfez manzarası seyretmeden geçemiyoruz. Tapınaktan sahildeki antik tiyatro ve diğer bölgelerine de uzaktan baktıktan sonra limana inmeden yolumuza devam ediyoruz. Siz öyle yapmayın! Buralara kadar gelmişken, sahile de inin ve özellikle çağdaşları arasında mimarisi ile farklılaşan antik tiyatroyu yakından görün; biz alacaklıyız!
- Assos Athena Tağınağı’ndan Edremit Körfezi manzarası
Yeşilyurt Köyü
Kazdağları eteklerinden Midilli adasını seyreden Yeşilyurt ve Adatepe Köyleri, bugünün diğer favori durakları.
Her ikisi de kentli turizm ile tanışmış; büyük şehirlerden göçenlerin taş evleri restore ederek köye yerleşmesi ve kafeler açarak ticareti geliştirdiği köyler.
Beklentimizin üzerinde modern bulduğumuz bu iki köyü de içimden bir ses çok sevdi. Özellikle Yeşilyurt’da dolaşırken gördüğümüz renkli boyanmış ahşap kapının ardından gelen sofra hazırlama telaşı seslerine kendi sesimi de eklemek istedim. Hayal ettim ki, restore edilmiş iki katlı taş evin bu kapı ardındaki avlusunda geniş bir masa kuruluyor ve renk renk reçel tabakları elden ele sofraya taşınırken ben de bir köşede de çeşit çeşit peynirler dilimliyorum.
Kahve içtiğimiz Yeşilyurt meydan kahvesinde bizden başka birkaç şehirli daha var. Sokaktaki araçların markasına, insanların kılık kıyafetine bakınca kuzey Ege’deki ikinci günümüzde de Ege şivesi duyamıyoruz.
- Yeşilyurt Köyü: “Kazanda kaynamış, güneşe kurutulmuş ev salçası var!”
Adatepe Köyü ve Zeus Altarı
Adatepe yolu üstünde, Zeus Alteri tabelasını görünce aracımızı sağa çekiyor ve orman içine dalıp ciğerlerimizi oksijenle dolduruyor ve geniş bir rampada 670 metre kadar tırmanıyoruz.
Yolun sonunda sağa sola, her ağaç dalına bağlanmış çul çaput ve pet şişe etiketlerini görünce vardığımızı anlayıp soluklanıyoruz. Buradaki kayanın üzerine çıktığınızda şahane bir körfez manzarası görmek mümkün!
- Zeus Altarı
Çimen gören İstanbullunun E5 ortasında mangal yakması gibi, manzara gören yurdum insanı da beğenisini ay çekirdeği çıtlayıp çöpünü sağa sola savurarak gösteriyor. Elini uzatsa değebileceği onlarca belki yüzlerce yaşındaki çam ağaçlarından, ayak dibinde gezinen sincaplardan utanır insan; hemen bir gram oksijen soluyunca sigara yakmak, çekirdek çıtlamak nedir arkadaş?
Adatepe, sit alanı olarak ilan edildiği için daha korunaklı kalmış. Adatepe köy meydanında arabamızı parkedip sokaklarda dolaşıyoruz. Taş sokaklarda sıklıkla kapısı kapanmış, belli ki sezonluk iş yapan kafe ve butik otel görüyoruz. Meydanda gördüğümüz afişe istinaden “zeytin sütü”nü merak ediyor ve soruyorum. O kadar reklamın neticesinde, iki yıldır zeytin haşatına gönüllü katıldıktan sonra sonra yeni bir şey öğrenmeyi beklerken, yöreden olmayan ve zeytin ile tanışmamış insanlara yönelik bir pazarlama kampanyası ile karşılaşmak beni üzüyor!
Tezgahtaki bey “zeytin sütü” olarak lanse ettiği zeytinyağını içilebilir olarak tanımlıyor. Evet zeytinyağı içilebilir ve oldukça besleyicidir. Bunu belirleyen zeytinyağının asidite oranı ve sıkım tekniğidir ki benim referansım sağlam!
- Adatepe Zeytinyağı Müzesi
Adatepe Zeytinyağı Müzesi
Adatepe’den inişte, ters yöne geçiyor ve zeytinyağı müzesini ziyaret ediyoruz. Küçükkuyu girişindeki tarihi sabunhane binası restore edilerek iki binli yılların başında müze olarak açılmış. İki katlı müzede zeytin toplamaktan sıkım sürecine kadar teorik ve pratik pek çok Türkçe ve İngilizce panolarda ve çeşitli maketler ile anlatılıyor. Bu maketler, ziraat mühendisi Atıf Atilla’nın 1940’lardan itibaren gençliğini zeytine adamasının ve 15 milyonu aşkın yabani fidanı dağlardan söküp türlü türlü yollarla Anadolu köylerinde ıslah edip yetiştirmesinin neticesi de denebilir. Yolculuklarında antik çağlardan kalan harabe veya halen kullanılmakta olan türlü türlü yağhaneyi ve üretim tekniğini görüp inceleyen Atilla’nın yıllarca tuttuğu not defterlerini ve hazırladığı maketleri merak ile inceliyorum.
Keyif aldığım diğer bir bölüm ise geçmişten günümüze çeşitli sofralık zeytin, zeytinyağı ve sabun markalarının ambalajları ve reklam afişleri koleksiyonu oldu. Yüzyıllar önce zeytin ağacını silkeleyerek zeytin toplayan bir adamı ve zeytin ağaçlarına dadanan yaban domuzlarını resmetmiş mozaik sahnesini her Kasım geldiğinde Ege kıyılarında görmeye devam ediyor olmamız zeytine ait bir mucize olabilir mi?
- Kasım ayı ve Saggitarius, 6.-7. yüzyıl, yer mozaiği, Basilica di San Colombana, Bobblo, İtalya,
Haftanın yedi günü 08.30-18.30 saatleri arasında açık olan müzeyi ücretsiz olarak ziyaret edebilir ve bahçesindeki dükkandan Adatepe’ye ve zeytine dair alışveriş yapabilirsiniz.
Adatepe ile her tabelada ve ürün etiketinde gördüğümüz kadın portresi bu müzenin girişinde de ilgimizi çekiyor. Öğrendiğim kadarı ile, bu yağlıboya portredeki hanımefendi, Adatepeli Rum kızı Refika imiş. Güzelliği, tatlı dili ve neşesi ile tüm köyde dillere desten olmuş. 1. Dünya Savaşı sırasında tüm Ege’de yaşanan düşmanlıkların ardından mübadele zamanında vatanını terkederek Yunanistan’a göç etmek zorunda kalmış. Tüm acılara rağmen Refika’nın neşesi köyde miras kalmış ve düğünlerde halen onun şarkıları çalınıp söylenirmiş. Refika’nın ümitsiz aşkı, mübadele ile Sakız Adası’na yerleştiği, Yunanistan’ın ilk güzellik kraliçesi seçildiği ve 1940’lı yıllarda Adatepe’yi ziyaret ettiğine dair hikayeler de anlatılagelmekte.
Cadde üzerinde ilerlerken şehir de değiştirmiş, şehir içinden çıkmadan Çanakkale’den Balıkesir’e geçmişiz.
Antadros Antik Kenti
Zaman planımızın gerisinde olduğumuz için ormana girmeden yolumuza devam ediyoruz. Es geçtiğimiz Antadros Antik Kenti‘nin oldukça detaylı hazırlanmış internet sayfasına baktığımda bile, özellikle yer mozaikleri için bile görülmeye, tanınmaya değer diye düşünüyorum, alacaklıyım!
Tahtakuşlar Etnoğrafya Müzesi
Rota üzerinde, Akçay’a varmadan sol tarafta Tahtakuşlar Etnoğrafya Müzesi’nin tabelasını görüyoruz. Bu müze bir ilkokul öğretmeni tarafından kurulmuş. Müzede, Orta Asya’dan Türkiye’ye göç eden göçebe Türk boylarının ilginç ve özgün kültür varlıkları, giyim eşyaları, aletleri, halıları ve çadırları ve şaman kültürü sergilenmekte.
13. yüzyılda Moğol baskısından kaçan Orta Asyalı Türkler, Hazar Denizi üzerinden Horasan, Irak derken Toroslara kadar varmışlar. Ahşap işleme ustalıkları ile bilinen bu halka Anadolu’da “Tahtacılar” denmiş. Ustalıklarının namı öyle yürümüş ki Fatih Sultan Mehmet’e kadar ulaşmış. Osmanlı’nın İstanbul’u fethetmek için karadan yürüttüğü gemileri de onlar şekillendirmiş. Padişah fermanı ile Toroslardan çıkıp Kaz Dağları eteklerine göç etmişler. Yöreye Tahtakuşlar Köyü ismi verilmiş.
Başka bir mitolojik doruk Olimpos’a da ismini veren Tahtalılar, acaba aynı Türkmen kavim mi? Bahar geldiğinde ne güzel olur Tahtalı Dağı etekleri!
Işıklarda otostop çeken bir amcayı misafir edip hem sohbet ediyor hem de Akçay’ın etrafını dolanmayı düşünüyorken çarşı içinden geçip Ayvalık’a doğru devam ediyoruz.
Kıyıdan kıyıdan körfezi dönüyor ve güneş hızla yatışa geçince konaklama yeri de araştırmaya başlıyoruz. Kuzey Ege rotamızın ikinci gününde, güneşi İzmir’de batırıyoruz. Bugün 180 km yol aldık.
* Fotoğraflar Samsung J5 ile çekilmiştir. Kazdağları Kazdağları Kazdağları Kazdağları Kazdağları Kazdağları Kazdağları Kazdağları
06.11.2016
“…İtalya’nın Sicilya bölgesindeki Castelluccio kazı alanında bulunan seramik küpteki organik kalıntılara göre; İtalya’daki zeytinyağı kullanımı MÖ 3. yüzyıl sonları – 2. yüzyıl başlarına tarihlendi…” Atlas Tarih 55. sayı