Yolda olma fikrini seviyorum, uzun uzun yolları aşacak olmayı: hafta içinin günlük maskelerini masanın üstünde bırakıp arkadaşlarının arasında yeniden canlanacak olmak gibi!
Nihayet Cuma mesaisi sona eriyor ve İstanbul yollarından toplana toplana, şehrin isini, pisini, gürültüsünü geride bırakıyor ve gecenin karanlığında kayboluyoruz.
Neydi o radyoda çalan son şarkı, farkında bile değilim ama uyandığımda başka bir dünyada olacağım, biliyorum. Arka koltukta uykuya dalmayı seviyorum.
Renault Broadway’leri, kuş serisi Tofaş’ları, Doğan’ları Şahin’leri hatırlar mısınız? Hatırladığınız noktada durun bir dakika; akşam haberlerde ne izlediğinizi hatırlayın, reklamları; son çıkan model hangisi idi, 5 miydi 5S mi?
Hayat burada öyle bir şey değil işte. Türkiye öyle bir ülke değil; bizimle aynı havayı soluyan, aynı pembe dizileri izleyen insanların dünyası, bizim söylenip durduğumuz “İstanbul”dan ibaret değil…
Sabahın altısında, güneş ile yarışırcasına İskilip Seyir terasına tırmanmışız bile. Tepelerin ardından doğan güneş ile gözlerimi açıyorum. İklim karasal ve hava serin. İstanbul’u bıraktığımda yağmur çiseliyordu ama bu hafta sonu Çorum’da güneşli günler bizi bekliyor.
İskilip dolması:
Seyirtepe Restorant’da, yanan şömine etrafında toplanıyor ve güzel bir kahvaltı yapıyoruz. Burası İskilip dolması ile de ünlü bir restoran. 70 km mesafedeki Tosya ile benzer bir mutfağın en popüler iki yemeğini, İskilip dolmasını ve keşkeğini yemeden ayrılıyoruz. Alacaklıyız!
Duvardaki tescil yazısı ilgimizi çekiyor. Bu yazı, yöresel meşhur ürünlerin tescili için kullanılıyor ve Antep baklavası, Bursa İskender kebabı veya İskilip dolması gibi yöreye özel üretim usulleri olan ürünlerin üretim tarifi korunuyor. İlçe sınırları içinde geçerliliği olan belgede detaylı tarif de mevcut.
İskilip Kalesi ve tarihi:
Şehre inip sokaklarda kaybolmadan önce kömür kokusu ve isleri arasında yükselen İskilip Kalesi’ni karşıdan görebileceğimiz başka bir rampaya doğru yürüyoruz.
İlçe merkezinde sarp kayalıklardan bir tepe üzerinde yükselen surlar, net olmamakla birlikte Osmanlı dönemine tarihleniyor. Yunan uygarlıklarının süregeldiği topraklar Selçuklular döneminde Türkleşmeye başlıyor ve milattan öncesinden günümüze kaynaşa karışa gelen kültürler, yaşantılar bugün çeşitli tarihi eserlerde ve geleneklerde kendisini gösteriyor. Bugünün Osmanlı Türklerince kurulmuş şehri için geçmişi için ise 11. yüzyıl adres gösteriliyor.
Kalkotik çağa (MÖ 6000-3000) dayanan arkeolojik çevresi ve ev sahipliği yaptığı farklı uygarlıklardan miras kalmış tarihi dokusu ile bir açık hava müzesi gibi olan Çorum ve çevre ilçeleri tarih boyunca pek çok gezgin için de durak olur. İngiliz W.G Hamilton’un 1835’de Alacahöyük ören yerini keşfederek dünyaya ilan etmesi ardından rotası buralardan geçmiş Fransız seyyah V. Cuniet, 1894’de basılan “La Turquie d’Asie” isimli kitabında İskilip’den şöyle bahsetmiş: “Şehrin genel nüfusu 43.442 kişidir. Kent içinde 48 Ortodoks ve 10.563 Müslüman yaşamaktadır. Şehirde 108 cami, 6 tekke, 6 medrese, 1 konk belediye sarayı, 5 kütüphane, 1 pazar, 510 dükkân, 2 han, 4 hamam, 18 çeşme, 3 fıskiye, 18 tabakhane, 63 un değirmeni, 6 fırın, 10 kahve, yaklaşık 2000 konut, 1 mahkeme, 1 vergi dairesi, iç hizmetler telgraf istasyonu, posta şubesi, sayım bürosu bulunmaktadır.”
Yaklaşık 120 sene önce, 1890 yılında yazılmış “Kastamonu Salnamesi”nde ise İskilip, 18 mahalle, 115 köyden müteşekkil, 42.779 nüfuslu Kastamonu iline bağlı 3. sınıf bir kaza olarak anlatılmış. İskilip’in 2011’de açıklanan merkezde ve köylerde toplam nüfusu yaklaşık 38 bin.
Mutaflar Mahallesi ve emektar ustalar:
Tarihi eser statüsündeki ahşap konaklar arasında kaybolarak Mutaflar Mahallesinden arastalara doğru ilerliyoruz. Bir sokakta ayakkabıcılar ve bir sokakta da semerciler var. Sepetçiler bugün kapalı. Kaybolmaya yüz tutmuş el emeği göz nuru zanaatkârlar, turistlerden ve fotoğrafçılardan biraz sıkılmış olsa da sohbetin koyulaşması uzun sürmüyor. Kendi gençliklerinden, anılarından ve çocuklarından, çocukluklarından uzun uzun sohbet ediyoruz.
Öksüz ve yokluk içinde büyümüş semer ustası Hasan amca ile gençliğinden bahsederken “hiç yokluk çekmedik, kazandık bol bol da yedik, başka ne olacak ki” diye anlatıyor. “Evvelden sanatımız çok iyi idi, para akıyordu. Salı, Çarşamba günleri şu cebim para ile dolu giderdim eve. Günlük 3 tane semer yapardım, haftada 18 taneden bir tane elde kalmazdı. Köylüler odun çekerdi, öyle hayvan çoktu.” Gel gör ki sokaktan gelen motor sesinin konuşmamızı bölmesine bizden daha fazla kızgın aslında: “her yer bunlardan oldu artık, bu çarşının hepsi baştan başa semerci idi. Ölenler öldü, şimdi iki kişi kaldık. Arabalar çıktı, işimiz kısıtlandı.”
Üç çocuğu ve boyunu geçmiş sekiz torunu ile seksen yaşına dayanmış Hasan usta, sağlığı elverdiği ölçüde çalışmaya devam ediyor ve “harçlık çıkıyor işte, tek tük iş oluyor” diyor.
Ayakkabı ustası Mehmet amca çarşının en eskisi. 86 yaşında (1927). Çalışmaya 14 yaşında babasının yanında başlamış. Kırıkkale’de bir dükkanları ve bir de minibüsleri varmış. Dükkân bir yangın ile kül olunca minibüsün parası da oraya gitmiş. O zamanlar bir minibüs 1500 lira imiş. “1948’de bir kriz oldu” diye devam ediyor Mehmet amca. “Ekin olmadı o sene, babam da veresiye vermiş tüm malları, sonra kimse de borcunu getirmedi, o iş de öylece bitti”. Aradan yarım asır geçmiş ama Mehmet amca bize anlatırken sanki hala o günlerin acısını yaşıyor. “1950 senesinde askere gittim, sonra da hepsi bitti gitti işte, kimse borcunu getirmedi” diyor, elindeki yama parçalarını bir araya getirmeye çalışırken. Şimdi büyük kızı ile yaşıyor, 4 çocuğu ve 14 torunu var.
İskilip Mezarlığı:
Sabah gün ışırken karşıdan fotoğrafladığımız İskilip Kalesi’ne gitmek için, mezarlığın içindeki yoldan geçerek kestirmeden çıkıyoruz.
Mezarlığın girişindeki türbesi bulunan Mehmet Atıf Hoca İskilipliler arasında saygıyla anılan bir zat. Dini eğitimi, görgüsü ve genç Türkiye siyasetinde aldığı rol neticesinde “Frenk Mukallitliği ve Şapka (Batı Taklitçiliği ve Şapka) isimli makalesi (1924) örnek gösterilerek yargılanır ve savunma hakkını kullanmayı reddederek 1926 senesinde idam edilir. Ankara’ya defnedilmiş cenazesi 2009 senesinde İskilip’e taşınarak bugün önünden geçtiğimiz türbeye dönüştürülür.
Gazi Mustafa Kemal Paşa’in (“soyadı kanunu” gereği olarak “Atatürk” soyadı 1934’de meclis kararı ile veriliyor) Kastamonu gezisinde halkın arasına şapka giyerek karışmasından ve İnebolu’daki nutkunda bahsetmesinden sonra Ankara’ya dönüşünde 1925’de kabul edilen “Şapka İnkılabı” bu ülkenin, devletin, milletin ne derin, incelikli günler geçirdiğine bir gönderme olabilir. Halen yürürlükte olan “Şapka kanunu” (anayasa, madde 174) benzer şekilde, toplum huzurunu teminen kılık kıyafet düzenleyen kanunlar başka ülkelerde de uygulanmış. Örneğin, Fransız Devrimi’nden kalma bir yasaya göre kadınların pantolon giymesini yasaklayan Fransız kanunu ancak 2013 senesi başında iptal edilmiş.
İskilip kalesinin surlarından yeni şehri ve Osmanlı mimarisinin hâkim olduğu eski şehri seyrediyoruz. Kale içindeki, nerede ise tümü terkedilmiş görünen evler boşaltılmaya ve yıkılmaya devam ediyor. Belediye, buradaki evleri beş bin TL karşılığında satın alıyor ve merkezdeki apartman dairelerini 15 bin TL’ye satıyormuş. Biz orada iken de bir aile çoluk çocuk yıkılan evlerinin kalıntılarını topluyordu.
İskilip kaya mezarları:
Yüksekten fil gözlerini fark ettiğimiz Osmanlı hamamı çarşının içinde kalıyor ve anahtarının olduğu dükkân kapalı olduğu için göremiyoruz. Aynı yönde yürümeye devam ediyor ve kalenin eteklerindeki kayalıklara oyulmuş Roma Devrine ait kaya mezarlarının üzerindeki günümüze kadar ulaşmış sembolleri anlamaya çalışıyoruz. Kalenin inşa edildiği sarp kayalığın eteklerinde Roma ve Bizans dönemlerine tarihlenmiş kaya mezarları var.
Sokaklarda, çarşılarda gezerken esnaf ile sohbet etmeden de olmaz. Bir tabeladaki yerel söylenişi ile yazılmış “güşeneci” yazısı merakımızı uyandırıyor ve soruyoruz. Alüminyum bakır tava tencere satan dükkan demekmiş.
Camekanında “Paklavu büşürülü” yazan fırının önünden de bir dilim yemeden geçtik ya, aklım kalmadı desem yalan olur.
Obruk Baraj Gölü:
Uzun süren pastırma mevsiminin ve sonbaharın son günlerindeyiz. Gün batımını Obruk Baraj Gölü’ne akan Kızılırmak kenarında yakalamak üzere İskilip’den ayrılıyoruz.
Çorum-İskilip yolunun köprü halini aldığı ve Kızılırmak suyunun toplandığı Obruk baraj gölünün dolması ile sular altında kalmış, terkedilmiş köyü uzaktan seyrederken gün batımına karşı avlanmaya gelmiş balıkçılar ile sohbet ediyor, tuğlalar üzerinde demledikleri çaydan beraber içiyoruz. Buranın balığı tuzlu su balığı gibi kılçıksız oluyormuş ve özellikle hava karardıktan sonra çıkıyormuş. Üstümüzden ördek sürüleri uçarken güneşin yatışması ile hava da serinlemeye başlıyor.
Akşam Çorum şehir merkezinde konaklayacak ve leblebi alışverişi yapacağız. Yarın ise gün boyu antik başkent Hattuşa‘nın kalıntılarında dolaşacağız.
23.11.2013
3 thoughts on “bin tanrılı şehre yolculuk: İskilip”