Bu güzel Pazar sabahında İstanbul Gezginleri ile beraber İstanbul Arkeoloji Müzeleri’ni geziyoruz. İlk durağımız ana bina oluyor. Bu binada özellikle Osman Hamdi Bey yönetiminde Sayda (bugünkü güney Lübnan’da kalan antik çağ kenti) ve civar bölgelerde yapılan arkeolojik kazlarda bulunan ve dünya müzecilik tarihinde büyük öneme sahip antik lahitleri tanıyoruz. Bir kısmı tadilat nedeni ile kapalı olan müzenin ek binasında ise İstanbul ve yakın döneme ait eserleri görüyoruz. Bahçede verdiğimiz öğle molasından sonra Çinili Köşk’ü gezerek tarihin tozlu koridorlarına geri dönüyoruz. Çini kitabesine göre 1472’ye tarihlenen yapının mimarı bilinmemekle birlikte yapıda Selçuklu mimarisi etkileri görülmektedir. Fetihten hemen sonra inşa edilen Eski Saray’dan sonra Fatih, İstanbul’daki Selçuklu izleri barındıran ilk sivil mimari örneklerden olan bu binayı yazlık köşk olarak yaptırır. Nam-ı değer “Sırça Köşk” Topkapı Sarayı’nın da ilk binası olarak kabul edilir.
– – o – –
1846’da Yalova’dan dönen Sultan Abdülmecid gördüğü Bizans yazıtlarını da beraberinde getirir ve sergilenmesini teminen Ahmet Fethi Paşa’yı görevlendirir (Üsküdar sırtlarındaki korunun da isim babası olan Paşa). Ahmet Fethi Paşa o dönemde silah deposu olarak kullanılan ve genellikle de artık kullanılmayan ve hatta tarihi eserler sayılabilecek silahların depolandığı Aya İrini Kilisesi’nin avlusunu iki bölüme ayırarak bir bölümünde eski askeri malzemeleri (mehteran bölüğünün müzik aletleri de dahil olacak şekilde), diğer bölümünde Yalova’dan getirilen Bizans yazıtlarını sergilemeye başlar. Zamanla, ilk bölüm Mecma-i Esliha-i Atika (Eski Silah Koleksiyonu), ikinci bölüm de Mecma-i Asar-ı Atika (Eski Eserler Koleksiyonu) adını alacak ve bu bölümler sırası ile bugünkü Harbiye Askeri Müze’nin ve İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nin temellerini oluşturacaktır.
1872’ye gelindiğinde, müze müdürü Avusturya Lisesi’nin de müdürü olan Dr. Philipp Anton Dethier’dir ve her geçen gün genişleyen koleksiyon artık Aya İrini Kilisesi avlusuna sığmaz olur. İmparatorluk topraklarında toplanan eserleri sergilemek için yer bulanamaz olduğunda, bugün gezdiğimiz avlunun en yaşlı binası olan Çinili Köşk Müze-i Hümayun’a tahsis edilir. Beş yıl süren taşınma sonrasında 1880’de müze açılır.
1881’de müdürlük görevine atanan Osman Hamdi Bey’in idaresinde müzecilik tarihi ve koleksiyon çok farklı bir vizyon kazanacak ve ağırlık öğleden önce gezdiğimiz ana binada olacaktır.
Çinili Köşk Müzesi, 14. 15. yüzyıla ait, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerine ait İznik çini ve seramik örneklerinin sergilendiği zengin bir koleksiyon sunar.
Osmanlı dönemine ait önemli bir sanat dalı ve kültür elçisi olan çini eserleri, günümüzde dünyanın pek çok yerinde talep görüyor ve sunuluyor. British Museum’da gezerken de hediyelik eşyalar dükkanında Türkiye standında çini desenli eşyalar, tanıtıcı fotoğraflar, albümleri görmek hoşuma gitmişti.
– – o – –
1331 yılında Osmanlı topraklarına katılan İznik, 14. yüzyılın ortalarından 17. yüzyılın sonlarına kadar Anadolu’da Türklerin en önemli çini-seramik merkezi olur. Üretilen en eski örnekler, Selçuklu etkisindeki kırmızı hamurlu, tek renk sırlı kaplardır.
Peki, bu gördüğümüz el emeği göz nuru çiniler nasıl yapılır? Kısaca bahsedecek olursak, çininin elle yoğurulan özel kıvamlı bir hamuru var. Önce çıkarılacak kalıbın içine bez örtülüyor ve hazırlanan hamur kalıba basılır. Hamurun üstüne bir bez daha örtülerek istenen şekil verilir. Hamur kuruduktan sonra fırınlanır.
Ayrı bir yerde, bir kâğıt üzerine istenen desen çizilir ve iğne ile bu desen üzerinden geçilerek delikler açılır. Hazırlanan kâğıt fırınlanmış çini üzerine yerleştirilir ve üzerinden kömür tozu gezdirilir. Böylece kâğıt üzerindeki deliklerden geçen kömür tozu çini üzerindeki deseni ortaya çıkar.
Özellikle Kanuni döneminden, 16. yüzyıldan sonra yaygınlaşan ve “sır altı” olarak bilinen teknikte, çini üzerindeki desen kalem ile belirginleştirilir ve istenen renklerde boyanır. En son sırlama işlemi yapılır. Çini veya levha kuruduktan sonra fırına verilir. Fırında ince bir cam tabakası halini alan saydam sırın altında tüm renkler parlak biçimde ortaya çıkar. Sır üstüne de boyama yapılan teknikler vardır ama İznik çinileri sırlanmadan önce boyanır.
Düz levha çinilerinin yaygınlaşması ile İznik’te daha önce yaygın olarak üretilen tabak, vazo gibi kullanım eşyalarının yapımı azalır ve yeni levha çinilerde, mimariye daha uygun olan canlı renkler tercih edilmeye başlanır. Bu dönemde, kobalt mavisi, firuze ve domates kırmızısı öne çıkan renkler olur. Yeşil ve mor renklerinin de kullanılmaya başlandığı 16. yüzyıl sonrası dönem çok renk bezemeli çinicilik olarak adlandırılır. Özellikle “domates kırmızısı” olarak tanınan parlak kırmızı rengi günümüz teknolojisinde elde etmek pek mümkün olamamakta imiş.
Çinili Köşk’ün çift taraflı merdivenlerinden iniyor ve avlunun çıkış tarafında yer alan Eski Şark Eserleri Müzesi’ne geçiyoruz.
03.03.2013
6 thoughts on “Taşı toprağı altın memleket: Çinili Köşk”