Sabah saat 6’da başlayan ve adeta bir gastronomi turu şeklinde devam eden Bitlis seyahatimizde, öğle yemeğinin üzerine bir bardak demli çay içmek üzere Nemrut Dağı’na doğru yol alıyoruz.
Yaklaşık olarak 2.250 metre rakımlı kalderanın (volkanik patlama sonucu oluşan çöküntü) Van Gölü’ne göre yüksekliği 600 metre.
Nemrut yolu tüm kış kar altında olduğu için krater ağzına kadar araç ile gitmek isterseniz karların erimesini ve yolların açılmasını beklemelisiniz.
Haziran ortası itibari ile Tatvan’dan kratere çıkan iki yol mevcut: Tatvan yönünden ayrılan sapak veya Ahlat tarafından ayrılan sapak tercih edilebilir. Google harita uygulaması Ahlat yönünü gösteriyor. Biz ise, benzer tarihlerde kayda alınmış deneyimleri dikkate alıyor ve wikiloc uygulamasında kaydedilmiş Tatvan sapağını takip ediyoruz.
Kayak merkezine kadar devam eden taş döşenmiş yol karlar eridikten sonra yer yer kırık dökük hale gelmiş olsa da kar suyunu emmiş toprak yol kadar zorluk çıkarmıyor. Van Gölü’nü ve Tatvan manzarasını seyrederek zirveye giden yolun büyük bölümünü aşıyoruz.
Kalderaya vardığımızda, ilk durağımız “Küçük Göl” veya “Ilık Göl” oluyor. Bu göl çevresinde, kış günlerinde daha belirgin olarak seçilebilen sıcak su kuyuları ve su buharı, Nemrut’ın uyuyan ancak aktif bir yanardağ olduğunu göstermekte! Nemrut Dağı en son 1441 yılında lav püskürtmüş.
Küçük Göl manzaralı çay ocağında, Fevzi arkadaş ile sohbet ediyor ve yeni demlediği çayı içiyoruz. Yemyeşil manzara öyle sakin ve huzur dolu ki, keşke tüm günü bu bankın üzerinde geçirebilsek!
Fevzi, “sizde çadır yok mu, gece de kalırsınız, turistler çok geliyor” diyor. “Bu sefer keşif yapalım, kamp için de gelmek isteriz” diyoruz. Hadi inşallah!
Son bardak çayımızı da içip Büyük Göl’e doğru devam ediyoruz. Nemrut Krater Gölü’nün çapı 6 km ve Türkiye’nin en geniş, dünyanın ise ikinci büyük krater gölü olarak biliniyor.
Burada suyun rengi mavileşiyor ve deniz kıyısına gelmişim gibi hissediyorum. Büyük Göl kıyısında da bir çay ocağı var ve çevre kalabalık.
Kraterin etrafında yükselen tepelere ancak belli bir yere kadar araç ile ulaşım mümkün, devamını yürüyerek tırmanmak gerekiyor (en yüksek Sivritepe 2935 metre). Van Gölü çevresini dolaştığımız rotamızın bugünkü bölümü bir hayli yoğun olduğundan önce saatimize bakıyor ve “1. Derece Doğal Sit Alanı” olarak ilan edilmiş Nemrut Krateri’nde doyasıya keyif yapamıyor, buradan alacaklı ayrılıyoruz!
Fevzi, Tatvan’a giden taş yolun önceki hafta açıldığını, Ahlat yönüne giden köy yolunun ise iş makinası ile temizlenmediğini, binek araç ile gidilemeyeceğini söylüyor. Söz dinliyor ve geldiğimiz yoldan aşağı Bitlis-Tatvan yoluna devam ediyoruz.
Sonradan, sosyal medyada haberleştiğim iki ekibin daha aynı günlerde Ahlat yönünü denediğini ve maalesef yolda kaldıklarını öğreniyorum.
Uygun bir araç ile Ahlat yönünü izlediğiniz durumda, yol üzerindeki köyleri ziyaret edebilirsiniz. Özellikle Taşharman Köyü geleneksel mimarisi ve yaşam tarzı ile Urartu Kültür Rotası kapsamında gezilip görülmesi önerilen noktalar arasında!
Van Gölü çevresindeki doğa, tarih ve kültür odaklı, yürüyüş ve bisiklet rotalarını kapsayan “Urartu Kültür Rotası” DAKA (Doğu Anadolu Kalkınma Ajansı) tarafından projelendirilmiş ancak pratikte bir uygulama ve yol işaretlemesi göremedim.
Güncelleme: Van’dan döndükten yaklaşık bir ay sonra proje sayfasını kontrol ettiğimde, güncelleme yapılmış görüyorum; takip etmekte fayda var!
Nemrut inişinde, Bitlis yönünde devam eder iseniz Güroymak sapağından ayrılarak meşhur kaplıca göllerine ulaşabilirsiniz. Hele ki karlı kış günlerinde, özellikle tek bir fotoğraf karesinin peşine düşen fotoğrafçılar için cazibe merkezi olan bu bölgede, çobanlar hayvanlarını kaplıca göllerinde yıkıyor. Uygun iklim koşullarında, ilçe merkezine 8 km mesafedeki Budaklı Köyü‘nü de rotanıza ekleyebilirsiniz.
Yetiştirdikleri ilim, din, kültür ve sanat adamları ile dünya tarihinde “Kubbet-ül İslam” olarak anılan üç şehirden birisi olan Ahlat’dayız. Diğer Kubbet-ül İslam şehirleri ise Belh (şimdiki Afganistan’da) ve Buhara (şimdiki Özbekistan’da) olarak sıralanıyor.
Rota hazırlık aşamasında, Ahlat veya Adilcevaz bölgesinde konaklamak için uygun bir otel bulamamış olduğumuz için gün bitmeden Erciş’e varmayı hedefliyoruz. Bu nedenle, Van Gölü kıyısından çok da fazla uzaklaşmayacak ve ancak belli başlı yerleri gezecek ve en bilinir kümbetleri, mezarlıkları ziyaret edeceğiz. Tarihi Ahlat bölgesinde, ahlat taşı ile inşa edilmiş ve 11. yüzyıl itibari ile tarihlenen Selçuklu, İlhanlı, Karakoyunlu ve Akkoyunlu dönemlerine ait 14 kümbet varmış.
Gördüklerimiz her ne kadar tarihi ve sanatsal değer taşıyor olsa da, kültür turizmine kazandırılmaya çalışılan bu alanların birer mezarlık olduğu bilincini kaybetmemek gerekiyor! Kabir taşlarının başında çekirdek çıtlamak, dedikodu yapmak veya bağıra çağıra konuşmak kimseye yakışmaz.
Selçuklu Meydan Mezarlığı, 210 bin metrekare alana yayılmış bir açık hava müzesi şeklinde tasarlanmış ve çizilmiş yürüyüş parkurlarını tamamlarsanız toprak üzerinde olan binlerce mezar taşını görebilirsiniz. Boyları 3-4 metreye kadar yükselebilen taşlar farklı tiplerde tasarlanmış ve üzerileri farklı figürler ile süslenmiş. Ziyaretimiz sırasında da şahit olduğumuz özenli çalışmalar ile yaklaşık 600 mezar taşı temizlenmiş ve belgelenmiş. Bu taşların üzerindeki yazıların ve motiflerin anlamı, hemen önlerine yerleştirilmiş bilgi panolarında açıklanmış. Selçuklu dönemi ile tanıştığım Konya seyahatimiz sonrasında, Ahlat’da gördüğüm kufi tekniği yazıtlara, yıldızlı motiflere daha aşina bakıyorum.
Sıcaktan çok bunaldığımız için, mezarlığını tümünü ziyaret edemiyor; özellikle merak ettiğim ve Orta Asya geleneğinin devamı olarak yorumlanan balbay tipi ve ejderha motifli taşları maalesef göremiyorum. Keşke gitmeden önce daha detaylı araştırsaymışım!
Oldukça estetik tasarlanmış mezar taşlarının üzerinde aynı zamanda yazı bulunuyor oluşu, bu eserlere Türk tarihi için bugün Moğolistan topraklarında kalan Göktürk Yazıtları sonrasında en değerli noktaya taşıyor.
Tarihi Ahlat bölgesi ve bu mezarlık Unesco Dünya Mirası geçici listesinde yer alıyor. 2019 itibari ile cittaslow (sakin şehir) birliğine da dahil olan Ahlat için hazırlanmış tanıtım filmini izleyebilirsiniz!
Ahlat çevresindeki mağara oluşumları içinde en bilinen bölge Harabeşehir olarak anılıyor ve tarihi Bayındır Köprüsü’nün karşısında kalıyor. Aylarca kar ve buz altında kalan bölgede derenin aşılmasına imkan vermiş 15. yüzyıl (Akkoyunlular hakimiyeti) tarihli köprünün estetik mimarisi etkileyici!
Günümüze ulaşmış pek bir çizim veya özel bir anı kalmamış. Etrafta, dere kenarına pikniğe gelmiş piknikçilerin çöpleri dağılmış durumda.
Zamanında Yezidilerin de yaşadığı bu mağaralarda, mağara duvarlarında tavus kuşu figürleri ve yazılar görebileceğimizi okumuştum. Rastgele girdiğimiz bir odanın tavanında, belli belirsiz bir tavus kuşu figürü ve dış duvarda lale figürleri seçebiliyoruz.
Ahlat için gözden kaçırmamak gereken yerel avantajlardan birisi de Ahlat taşı! Yeraltı hareketliliği ve volkanik etkiler dolayısı ile ortaya çıkan kızıl renkli taş aynı zamanda oldukça geçirgen bir yapıya sahip. Günümüzde de tercih edilen ahlat taşı ile yapılan yapılar kışın sıcak, yazın serin oluyormuş.
Emir Bayındır Kümbeti’nde bize rehberlik yapan genç sayesinde şahit olduğumuz bu özelliği Doğubeyazıt’da veya Van’da gördüğümüz diğer hiçbir tarihi yapılarda bulamadık.
Test: Bir bardak kadar suyu ahlat taşının üzerine döktüğünüzde, suyun gözden kaybolması ancak bir kaç saniye sürüyor!
Sahildeki Ahlat Kalesi kalıntılarını ve tarihi camilere uğramadan Adilcevaz yönüne devam ediyoruz. Bölgedeki camiler, namaz vakitleri dışında genellikle kapalı.
Gün boyunca, Türkiye’nin en yüksek üçüncü dağı olan Süphan’ın heybetinden gözümüzü alamıyor ve güneşin yavaş yavaş ufka yaklaştığı bu saatlerde kendimizi yorgun hissediyoruz.
Sahilden görülebilen, Acemlerin inşa ettiği Adilcevaz Kalesi’nin surları yıkık durumda. Kalenin üzerinde yükseldiği kayalıktaki mağaralar için de çeşitli rivayetler mevcut.
Adilcevaz’a sahil yolu üzerinde yer alan Tuğrulbey (Zal Paşa) Camii’nde kapı duvar olduğu için içerisini ziyaret edemiyoruz. 12 kubbesi ile dikkat çeken cami 16. yüzyıl Osmanlı dönemi mimarisi. Kimi kaynaklarda bu tarihte Zal Paşa tarafından yaptırıldığı kiminde ise inşa tarihinin çok daha eski olduğu ve bu yüzyılda tamir edildiği yazıyor. Bir dönem amacı dışında kullanılmış olmak ile birlikte 1965 yılında restore edilerek tekrar ibadete açılmış.
Anadolu’nun ilk kubbeli camileri arasında sayılan Tuğrulbey veya Zal Paşa Camii, dokuz kubbe altındaki kare iç yapısı ve üç kubbeli cemaat yeri ile birlikte T modelli ve erken dönem Osmanlı eseri olduğu yönünde de yorumlanıyor (T tipi mimari özellikle Bursa çevresindeki camilerde yaygın olarak görülebilir). Cami kapısındaki kufi yazılar görülmeye değer.
Adilcevaz merkezine doğru devam ederken özellikle mikrobiyolit oluşumu izlerini görebilmek istiyorum. Karadaki mikrobiyalitlerin izinden gidiyoruz. Bu doğal oluşumu, sahile yaklaşık 2,5 km mesafede, şehir merkezinden geçen Kazma Deresi vadisi boyunca (yaklaşık 2 km) gözlemlemek mümkün.
Van Gölü mikrobiyalitleri:
Van Gölü mikrobiyalitlerinden ilk kez 1957 yılında bahsedilmiş ve daha sonra 1991’de “Dünyanın bilinen en büyük mikrobiyalitleri Van Gölü’nde keşfedildi” üst başlığı ile Nature dergisinde bir makale yayınlanmış. Ben ise, daha önce bölgede çalışmalara katılmış bir blog okurumun tavsiyesi ile haberdar oldum.
Mikrobiyalitler kayaç benzeri yapılar olarak ifade edilebilir. Van Gölü tabanındaki karbonat ve sudaki kalsiyum alaşımı ile kireç taşı ve kalker oluşmaya başlıyor. Van Gölü’nde yaşayan Siyano bakterilerin ve bazı mikro alglerin fotosentez yaparak çevrelerindeki sudan kalsiyum karbonat çökeltmeleri ile oluşuyor. Bu birikim asırlar boyunca katman katman yükseliyor. Van Gölü içinde oluşan ve çağlar boyunca Van Göü’nün suyunun çekilmesi ile (toplamda 4,5 km içeriye kadar) karada da gözleniyor olan mikrobiyalit yapı oldukça enteresan bir doğa harikası ve geçmişe ışık tutmakta!
Van Gölü mikrobiyalitleri ile ilgili yapılan bilimsel çalışmalara yönelik detaylı bir röportajı buradan okuyabilirsiniz.
Adilcevaz sahili hem mikrobiyalit fosil oluşumları hem de Urartu dönemi arkeolojik kalıntılar açısından hayli zengin. Dalış sporu ile ilgili hiçbir bilgim olmamakla birlikte, gerekli izinler alındıktan sonra “yüksek irtifa” olarak sınıflandırılan Van Gölü’nde dalış yapmak heyecan verici olabilir!
Günün son ışıklarında vadi karanlıkta kaldığı için fotoğraf çekemiyorum. Vadide keşfe çıkmıyor ve Aygır Gölü’ne doğru devam ediyoruz.
Süphan Dağı 4000 metreyi aşan yüksekliği ile Ağrı Dağı’ndan sonra Türkiye’nin en yüksek ikinci volkanik dağı. Çevresindeki doğal su kaynakları ile dört bir yanında kurulu şehirleri, toprakları besliyor. Zirvesi hayli derin olduğu için, krateri dolduran gölün renginin de hayli etkileyici olduğundan bahsediliyor.
Süphan Dağı’nın güneyindeki bir çanakta, dibinden çıkan kaynak suyu ile beslenen Aygır Gölü Türkiye’deki tek tektonik gölü olarak ifade ediliyor. Rakımı 2100 metre ve gün batımı saatlerinde büyük bölümü dağın gölgesinde kaldığı için kıyısı hayli serin. Güneş alır bir kenarda oturuyor ve Bitlis’den buralara kadar taşıdığımız kirazları tatlı suyunda yıkayıp yiyoruz. Göl, çevresindeki tarım arazilerinin sulanması için kullanılmakta.
Alternatif olarak, Süphan Dağı’nın batı eteğinde kalan Batmış (Cil) Gölü de rotaya eklenebilir. Göl ve çevresi, 2019 Temmuz ayında yayınlanan karar ile “Kesin Korunacak Hassas Alan” olarak doğal sit alanı kapsamına alınmış.
Adilcevaz’da gezip gördüklerimizden daha fazlası alacaklı olduklarımız. Denize ulaşan vadinin dikleştiği iki yamacında, karşılıklı konumlanmış Kef Kalesi ve Mucizeler Manastırı maalesef göremediklerimiz arasında! Her iki tarihi yapının da restore edilerek turizme kazandırılacağı yönünde zaman zaman haberler yayınlanmış olsa da hali hazırda bir çalışma söz konusu değil.
Urartu dönemine (M.Ö. 2000’li yıllar) tarihlenen Kef Kalesi’nin kapısında yer alan Urartu Kralı’nı ve Tanrı Haldi’yi resmeden kabartmalar ise deprem öncesine kadar Van Müzesi’nde sergilenmekte imiş. Harabede bulunan küplerde birkaç tanesinin ise Adilcevaz merkezindeki İnönü İlkokulu’nun bahçesinde sergilendiğini okumuştum. 2011 depreminde zarar gören ve Van Kalesi’nin karşısında inşa edilen yeni binasına taşınan müze halen ziyarete kapalı (Haziran 2019).
14.yüzyıl ortasında inşa edildiği muhtemel olan Mucizeler Manastırı harabesi, Adilcevaz sahilini seyreden manzarası ile görülmeye değer!
Van Gölü kıyısında kurulu Adilcevaz manzarasını yüksekten seyreden Mucizeler Manastırı da bunlardan bir tanesi! Aynı vadinin karşılıklı tepelerinde yer alan Kef Kalesi’nin ve Mucizeler Manastırı’nın günümüze oldukça harap olarak ulaşmış olmak ile birlikte, Adilcevaz çevresinde alacaklı olduğumuz yerler arasında. Alacaklıyız!
Erciş’e doğru ilerlerken, uzaktan Dikilitaş Kümbeti’ni farkediyoruz. Yüksek bir kaya üzerindeki kümbet hakkında herhangi bir yönlendirme tabelası görmüyor ve yola devam ediyoruz.
https://www.instagram.com/p/Byno_T5g5zb/
Van Gölü’nün kuzey kıyıları coğrafi güzellikleri ve tarihi önemi ile bizi oldukça etkiliyor. Ahlat’ı ve Adilcevaz’ı daha iyi tanımak ve doya doya gezmek isterseniz iki gün ayırmanızı öneririm.
Bitlis genelinde alternatif olarak, Van Gölü’nün güneyinde kalan Hizan bölgesi gezilip görülesi coğrafi güzellikler ve mimari barındırıyor. Yıl içinde çeşitli gruplarının gezi ve fotoğraf turları da düzenlediği köylere gitme fırsatı bulamadık ancak gördüğüm fotoğraflar bana İran’da fotoğrafladığımız köyleri hatırlatıyor. Alacaklıyız!
Yoğun bir günün sonunda Erciş’de rezervasyon yaptığımız otele ulaşıyoruz. Yarın Erciş’i gezecek ve Doğubayazıt’a doğru devam edeceğiz.
12.06.2019
2 thoughts on “Van Gölü’nün Kuzeyi”