On gün boyunca Denizli, Burdur ve Isparta dağlarında, yaylalarında, antik kentlerinde gezdik dolaştık. Göller bölgesi rotamızın son iki gününde Konya’da olacağız.
Mehmet Çavuş ile vedalaşıp Isparta Dedegöl Dağı eteklerinde, Melikler Yaylası’nda kurduğumu kampı topluyor ve rotamıza devam ediyoruz.
Gölet inşaatı nedeni ile değiştirilmiş Yenişarbademli (Isparta) ile Beyşehir (Konya) arasında bir ileri bir geri tutturduğumuz, zaman zaman kötüleşen yolu takip ediyor ve dağın ardından beliren turkuaz renkli Beyşehir Gölü yakınına ulaşıyoruz. Beyşehir merkezine varmadan sahilde, Vuslat Park içinde Emin Usta’da öğle yemeği molası veriyoruz.
Beyşehir’de, Eşrefoğlu Camii’ni ziyaret ediyoruz. Selçuklu döneminin önemli bir eseri olan cami, Anadolu’daki ahşap direkli camilerin içinde en büyüğü olarak biliniyor. Selçuklu dönemi eseri, Eşrefoğlu Emir Bey tarafından 1299 yılında türbe, kervansaray, hamam ve türbe ile birlikte külliye şeklinde yaptırılmış. Cami dışındaki bölümleri restorasyonda ve kapalı olduğu için göremedik. Altı metre yüksekliğinde ve tümü çini ile kaplı mihrap, kündekari tekniği ile yapılmış, sedef ve fildişi ile süslenmiş ceviz minber, ahşap sütun başlarını, tavanı ve tüm ahşap yüzeyleri saran ince kalem işi süslemeler çok etkileyici!
Ahşap caminin yüzyıllar boyunca ayakta kalabilmesini sağlayan yeterli nem oranı, karlı kış günlerinde düşen karın çatının ortasındaki boşluktan caminin içindeki havuzda biriktirilmesi ile sağlanmış. 1965 yılında karlığın üstü camla kapatılmış ve işlevini yitirmiş.
Tarihi cami, 2012 yılında UNESCO tarafından Dünya Miras Aday Listesi’ne alınmış.
Beyşehir’de konaklamak için göl kenarında bir kamp tesisi görmüştük ancak bize pek cazip gelmiyor. Yola devam edip programın son gecesinde Konya merkezde bir otelde konaklamaya karar veriyoruz. Konya merkeze yaklaşık 50 km mesafedeki Göktürk Köyü’nün ev sahipliği yaptığı Kilistra Antik Kenti’ne vardığımızda hava bulutlanmaya başlıyor. Rüzgarın şekillendirdiği peribacaları arasındaki bölge, Kapadokya’da veya Kula’da olduğu gibi etkileyici bir manzarada sunuyor. Köyün girişindeki tabela bizi köyün dışına yönlendiriyor ve mahzen olarak kullanılmış tepelerin eteğinde aracımızı bırakıp taşların arasındaki merdivenlerden tırmanmaya başlıyoruz. Kısa turumuzda, internetten ulaştığım tanıtım broşüründen anladığım kadarı ile Sandıkkaya bölgesinde, yekpare bir kaya olan içine oyulmuş Haç Planlı Şapel’i (8. yüzyıl) görüyoruz. Kayanın devamındaki mahzenlerin kapısı demir parmaklıklarla örtülmüş.
Tarihi milattan öncesine dayanan ve Kral Yolu üzerinde yer alan Kilistra, erken Bizans döneminde ise Hristiyanlık tarihi için önemli bir dini merkez olmuş. Gezebildiğimiz bölgede herhangi bir işaretleme veya bilgilendirme panosu göremedik. Antik kentin tamamını görmek isterseniz, yola çıkmadan detaylı bir araştırma yapmanızı veya önce köye uğrayıp yerel bir rehber edinmenizi önerebilirim.
Tam da mesai çıkışı saatinde Konya şehir merkezine ulaşıyoruz. Tarihi bölgede, kısa sürede çok yer gezebilmek ve araçsız hareket özgürlüğü için Mevlana Müzesi’ne yakın bir otel tercih ediyoruz. Bu bölgede otel seçerken özellikle trafik yoğunluğunu dikkate alarak otopark avantajını dikkate almanızı tavsiye ederim.
Geniş bir ovada kurulmuş kentte pek çok yere yürüyerek ulaşmanız mümkün. Birbirine yakın tarihi yapılar arasında hızlı bir şehir turu için en kolay ulaşım şekli yürümek olacaktır.
Çarşamba sabahı 9:30’da otelden çıkıyoruz. Bugün aynı zamanda Zafer Bayramı olduğu için resmi tatil ve hafta ortasında güne sessiz, sakin başlıyoruz.
İlk durağımız Şems-i Tebrizi Camii oluyor. Ardından, aynı caddenin karşısında, caddeye de ismini vermiş Şerafettin Camii’ni ziyaret ediyoruz. İlkin 13. yüzyılda inşa edilen cami zamanla yıpranıyor ve 1636 yılında yıktırılarak elde kalan malzemeler ile Osmanlı mimarisinde yeniden inşa edilmiş.
Bir sonraki durağımız Mevlana Müzesi‘nde Mevlana Celâleddîn-i Rûmî’nin kabrini ziyaret ediyor ve bahçedeki bölümleri gezerken bilgilendirme panolarından mevlevi öğretisinin adap ve uygulamaları ile ilgili bilgi alıyoruz. Başarılı bir gece aydınlatması yapılan müzeyi ve yeşil kubbeyi, karanlık saatlerde uzun uzun pozlamayı tercih edebilirsiniz.
Aziziye Camii, Barok yapısı ile bizi kendine çekiyor. 17. yüzyılın ikinci yarısında yaptırılan Osmanlı dönemi eseri, iki yüzyıl kadar sonra geçirdiği yangının ardından Sultan Abdülaziz’in annesi Pertevniyal Sultan adına tekrar yaptırılmış (1874).
Konya’nın tarihi sokaklar, Kurban bayramı arifesi öncesinde öğle saatlerine doğru kalabalıklaşmaya başlıyor. Bedesten sokaklarında gezerken, Sarraflar Sokağı üzerindeki Kapu Cami’ni ziyaret ediyoruz. Konya Kalesi’nin vakti ile kapısına denk gelen bir noktada inşa edilen cami bugün hala bu isim ile anılıyor. Konya’daki Osmanlı dönemi camileri içinde en büyüğü olan mabed, ilkin 1658 yılında Mevlevi Dergahı postnişinlerinden Pir Hüseyin Çelebi tarafından yaptırılmış. Zaman içinde yıkılan, yangın atlatan cami en son 1886’da yenilenmiş.
Çarşıda fazla oyalanmadan Alaeddin Caddesi boyunca devam ediyor ve İplikçi Camii’ni görüyoruz. 13. yüzyıl başında yaptırılan cami 14. yüzyılda yenilenerek genişletilmiş. Camiden çıkarken, çay ocağında rastladığımız görevlinin tavsiyesi ile şadırvanda bir deney yapıyoruz. Sekiz sütunlu şadırvanın, alelade görüntüsün ardındaki akustik özellğine hayran kalıyoruz. Siz bu hataya düşmeyin ve şadırvanın bir sütununa sırtınızı dayayıp fısıldayarak konuşmaya başlayın. Sizi ancak tam karşınızdaki sütunda (yaklaşık altı metre mesafeden), sırtını dayamış kişi duyabiliyor, hem de yanında konuşuyormuşsunuz gibi!
Geniş kavşağın ortasında yükselen höyüğe de ismini veren Alâeddin Camii bir sonraki durağımız oluyor. Anadolu Selçuklu devrinin Konya’daki en büyük ve en eski mirası olan cami, yaklaşık yetmiş yılın sonunda 1221’de tamamlanarak ibadete açılmış. Bizans ve klasik devirden devşirme 41 mermer sütun ve muhteşem bir ustalık ile işlenmiş abanoz minber görülmeli!
Cami ziyareti sonrasında Alâeddin Tepesi çay bahçesinde kısa bir mola veriyoruz. Yaklaşık üç saatlik turumuz üzerine serin serin esen çay bahçesinde birer bardak demli çay oldukça lezzetli geliyor. Yoldan ancak birkaç basamak yükseklikte kalan tepe zamanında Konya ovasının en yüksek yeri olması dolayısı ile İstanbullu insanlar için enteresan gelebilir!
Restorasyonu devam eden Selçuklu Köşkü’nü görmeden Ankara Caddesi tarafına yöneliyor ve Karatay Müzesi’ni görüyoruz.
Karatay ve İnce Minareli Medrese’nin avlusunda da Atabey Ertokuş Medresesi’nde gördüğümüz gibi kare biçimli havuz örnekleri var.
Kültür Park bahçesinden geçerek tepenin etrafından diğer yamaca doğru yürüyor ve İnceminare Müzesi’ne gidiyoruz. Alâeddin Tepesi’nde yapılan kazılardan ve Beyşehir yolu üzerinde yer alan Kubud-ı Abad Sarayı kazı çalışmalarından çıkarılan arkeolojik eserlerin ve göz alıcı mozaik parçaların sergilendiği müzede daha ziyade 11. yüzyıl ve Selçuklu dönemi eserleri sergileniyor. Kubad-ı Abad sarayı kalıntıları için Yenişarbademli’den Beyşehir’e devam eden yolda tabela görmüş ve gitmemiştik. İnceminare Müzesi’nde saraya ait önemli kazı eserlerini görmek mümkün. Alâeddin Keykubad tarafından 1236’da yaptırılmış Saray, Beyşehir Gölü’nün kuzeybatı kıyısında inşa edilmiş ve Anadolu Selçukluları döneminin önemli sivil mimari eserleri arasında sayılıyor.
Alâeddin Tepesi’nin güneyinde kalan Zafer Meydanı’ndan geçiyor ve bir alt caddedeki Aziz Pavlus Kilisesi’ne gidiyoruz Hz. İsa’nın 12 havarisinden birisi olan Aziz Paul ile yolumuz, geçtiğimiz günlerde Eğirdir Gölü’nde, Kilistra’da ve Yazılı Kanyon’da da kesişmişti!
Sırçalı Müzesi kapalı görünce Sırçalı Medresesi Caddesi’nden güneye doğru yürümeye devam ediyoruz. Aynı zamanda kentsel dönüşüm alanı olarak da ilan edilmiş bölgede bugün daha çok Arap nüfus yaşamakta ve esnaf dükkanlarında ve tabelalarda da Arapça yazılar yer alıyor. Türkçe bir tabela veya konuşma duymadan ilerliyor ve günün son durağı olan Konya Arkeoloji Müzesi’ni geziyoruz.
Yaklaşık beş saat süren hızlandırılmış tarihi Konya turumuzun ardından otel yakınındaki otoparka yürüyor ve aracımızla öğle yemeği için Konyalı arkadaşlardan namını duyduğumuz Ankara Caddesi’nin devamında yer alan Cemo Etli Ekmek Restoranı’na gidiyoruz. Konya’ya gelmişken etli ekmek yememek olmaz diyenlere, yemek üzerine de yine Konya’ya has bir tarif olan saç arası tatlısı öneririz!
—
Merkeze 9 km mesafedeki Sille Köyü’de Konya’ya gelmişken es geçilmeyecek bir ziyaret merkezi olmuş. Selçuklu Belediyesi’nin desteklediği restorasyon ve bilinçlendirme çalışmaları ile yakın tarihte gözde bir turizm noktası olacağı aşikar!
Geçmişte Selçuklulara ve Rumlara ev sahipliği yapmış kasabada, Rum cemaatin desteği ile Belediye tarafından restore edilmiş Aya Irini Kilisesi Müzesi ilk durağımız oluyor. Ortodoks kilise mimarisi hakkında dip notların verildiği kilise gayet güzel korunmakta.
Karşı yamaçta, eski mezarlığın içinden geçilerek gidilen Zaman Müzesi’ni görmek için bile Sille’ye gelmeye değer! Şapel yapısının restorasyonu sonrasında zaman-mekan ilişkisinin de soyutlaştırılarak sembolize edildiği mekanda, Selçuklu ve Osmanlı döneminden miras kalmış zaman ölçme yöntemleri ve saatler sergilenmekte. Müze sorumlusunun da anlatımı sonrasında zaman kavramının, zaman içinde kat ettiği yoldan bir kez daha etkileniyoruz.
Güneşli bir güne uyanmışken karşı tepelerde yoğunlaşmaya başlayan bulutlar Sille vadisinde rüzgar estirmeye başlayınca Şeytan Köprüsü olarak da bilinen köprüye tırmanmadan, sadece evlerin arasından görüp merkeze yürüyoruz.
Kafelerin yoğunlaştığı cadde boyunca restorasyonu devam eden taş evlerin arasından hızlıca geçip yağmura yakalanmadan Sille’den ayrılıyoruz.
Sille’ye bir kaç km mesafedeki Tatköy’ün de estetik mimarisini bir kaç blogda okumuştum ancak hava şartlarına bakınca kararan hava bizi şehir dışına doğru sevk ediyor.
Konya Tropikal Kelebek Bahçesi, başka bir deyişle nam-ı değer Kelebekler Vadisi Konya’daki son durağımız oluyor. Selçuklu Belediyesi’nin bir girişimi olarak 2015’de açılan botanik bahçe Türkiye’de ilk olma özelliğini taşıyor.
Şehir merkezinin dışında kalan bu tropik bahçeye özel araç, belediye otobüsü veya minibüs ile rahatça ulaşmak mümkün. Pazartesi günleri hariç, saat 09:30-18:30 arasında ziyaret edebilirsiniz ve yetişkin ücreti hafta içi 7,5 TL, hafta sonu 10 TL olarak belirlenmiş. Aile ve okul gezileri için farklı indirimler söz konusu.
Tropikal iklim şartlarının 28 derece sıcaklık ve %80 nem ile sabitlenerek korunduğu, kelebek şeklinde tasarlanmış kapalı bahçenin içine girdiğiniz andan itibaren göreceğiniz rengarenk çiçekler ve etrafınızda uçuşan çeşit çeşit kelebekler arasında adeta bir çocuk gibi içiniz kıpır kıpır neşe dolarak gezebiliyorsunuz.
Tropik iklimlerden getirilmiş türler içinde avuç içi kadar büyük olanlar da bir çiçek üzerinde saniyelerce kıpırdamadan durarak size poz verenler de mevcut. Etraftaki bilgilendirme panolarından kelebek türleri, böcekler ve bitkiler ile ilgili nokta atışı bilgiler ediniyoruz. Örneğin, kelebeklerin ömrü bir gün değilmiş! Dünyada hiçbir kelebek sadece bir gün yaşamazmış. Ömürleri türüne bağlı olarak bir hafta ile bir yıl arasında değişirmiş. Yumurta – tırtıl – pupa ve kelebek olarak devam eden yaşam döngülerini etraftaki yuvalarında da görmek mümkün. Yumurta kutularının üzerinde kelebeklerin geldiği tropik ülkenin ismi ve tarihi yazıyor. Bu kutulardaki kimi pupayı yırtılmış ve boş, kimisini ise içinden çıkmak için uğraşan tırtıl ile birlikte görmek mümkün!
Ziyaretçi sayısı günden güne artan bahçede alt kattaki müzede, çeşitli böcek türlerine ayrılmış odalar ve sergiler yer alıyor. Çocuklara yönelik eğitim programlarının da düzenlendiği bu bölümde, özellikle çocukların ilgisini çekecek şekilde tasarlanmış sinema odası ve interaktif oyunlar da var.
29 – 30 Ağustos 2017
3 thoughts on “Konya’da 8 saat”